Huzur’daki İhsan Yalnızca Bir Roman
Kahramanı mıdır? *
Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın, 1948’de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen ve 1949 yılında da
kitap olarak yayımlanan Huzur adlı
romanı hakkında Necdet Evliyagil, kendisiyle röportaj yapar. “Ahmet Hamdi Tanpınar
ile Son Romanı İçin Bir Konuşma” başlığıyla 24 Ocak 1950 tarihinde Cumhuriyet
gazetesinde yayımlanan bu görüşmede Tanpınar, konuşmasına şu sözlerle başlar: “Hay
hay! [...] Fakat daha evvel size iyi bir haber vereyim! Yahya Kemal’in sıhhati
çok iyi” (Tanpınar, Mücevherlerin Sırrı 203).
Yazar, bu
sözleri, o günlerde romanı okuyan herkesin konuştuğu ya da tartıştığı konuya
gönderme yaparak söylemiştir. Roman kahramanlarından biri olan İhsan ağır
hastadır. Romanın sonunda da İhsan’ın durumunu soran Mümtaz’a, doktor şu yanıtı
verir: “İyidir, İyidir. Hiçbir şeye ihtiyacı kalmadı”(Tanpınar, Huzur 391). Bu sözlerden İhsan’ın iyileşemediği
anlamı çıkarılabilirse de hastanın durumu okuyucuya açık olarak bildirilmez. Tanpınar,
Huzur romanı hakkındaki konuşmasına
bu noktadan yola çıkarak başlar. Dolayısıyla yazar, okuyuculara Yahya Kemal’in
iyi olduğunu özellikle belirttiğine göre
İhsan’ın Yahya Kemal’le olan benzerliğini kabul etmektedir.
Bu
bağlamda romandaki İhsan karakterinin Yahya Kemal ile olan benzerliğinin
ötesinde bu karakterin hangi görüşlerinin Yahya Kemal’den geldiği, hangilerinin
Tanpınar’a ait olduğunu belirlemek İhsan’ın kimliği meselesinde yeni bir bakış
açısı getirecektir. Bu çalışmada romanın kahramanı İhsan, Yahya Kemal ve Ahmet
Hamdi Tanpınar’la karşılaştıralarak onun kimden, hangi düşünceyi edindiği
belirlenecektir.
Tanpınar,
İhsan karakterini çizerken onun romanın diğer önemli kişisi Mümtaz’la olan
ilişkisini kısmen de olsa Yahya Kemal’in yaşamından yola çıkarak oluşturur. Yahya
Kemal’in tarih anlayışı ile Tanpınar’ın bu konudaki düşünceleri birbiriyle
örtüşür.
Tanpınar,
“Antalyalı Genç Kıza Mektup”ta “Yalnız millet ve tarih hakkındaki fikirlerimde
bu büyük adamın [Yahya Kemal’in] mutlak denecek tesiri vardır” (Tanpınar, Yaşadığım Gibi 350) der. Ahmet Hamdi
Tanpınar, Darülfunun’da Yahya Kemal’in öğrencisi olmuştur ama ondan tarih
dersleri alıp almadığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Öğrencilik yıllarında
Yahya Kemal’le yaptıkları sohbetler, İhsan karakterinin çizilmesinde yazara önemli
katkılar sağlamış olmalıdır. Tanpınar, 1942 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan “İstanbul’un Fethi ve Mütareke
Gençleri” başlıklı yazısında bu günleri şöyle anlatır:
Filhakika Yahya Kemal, bize bu sohbetlerde ve
derslerde, uzun tefekkürünün meyvası olan çok dinamik realite ile gerek aktüel,
gerek tarihî mânâlarında temas halinde bulunan bir milliyet anlayışını
getiriyordu. [....] Bu tarih anlayışı bütün bir san’at ve edebiyat programıydı
ve milliyet mefhumunun mucizesi ve yapıcı sırrı olan devam fikrini kendiliğinden
ihtiva ediyordu. (179)
Yahya Kemal,
1903 yılında Paris’e gider ve orada Sciences
Politiques okuluna devam eder. “Albert Sorel mârûf târih derslerini o
mektepte veriyordu. Onun kuvvetli têsîrine kapılarak kendi târihimizi okumağa
başladım” (Yahya Kemal, Edebiyata Dair
257) diyen Yahya Kemal, romanda İhsan’a dönüşür ve Albert Sorel’in öğrencisi
olur. İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı dönemde geçen olaylara yaklaşım
İhsan’ın sözleriyle okuyucuya aktarılır. “Dünya gömlek değiştireceği zaman
hadiseler kaçınılmaz olur. Albert Sorel’in bu cümlesini, son yılların
vaziyetini daima beraber konuştukları İhsan sık sık tekrarlardı” (Tanpınar, Huzur 17).
Hoca
öğrenci ilişkisi gerçekte Yahya Kemal ve Tanpınar arasında nasıl başlayıp devam
etmişse romanda da İhsan ve Mümtaz arasında da benzer gelişmeler
göstermektedir.
Yahya Kemal, Tanpınar’ın hocası
olduğu dönemde 35 yaşındadır; romanda ise İhsan, Mümtaz’ın öğretmeni olduğunda
35 ya da 36 yaşlarındadır. İhsan, Mümtaz’ın hem akrabası-ağabeyi, hem de
öğretmenidir. Bu noktada İhsan’ın öğretici kişiliği, Mümtaz’ın okuldaki
öğretmeni olmanın dışında, sosyal hayatında da belirgin bir biçimde hissedilir.
Tanpınar, Yahya Kemal’in ilk dersinden nasıl etkilenmişse, Mümtaz’da İhsan’ın
ilk tarih dersinde benzer düşüncelere kapılır. Ancak, Tanpınar’ın Yahya
Kemal’in tarih dersine girip girmediği
bilinmemektedir ve Yahya Kemal onun akrabası değildir. Bu bağlamda, Tanpınar,
Yahya Kemal’in tarih konusundaki düşüncelerini İhsan karakterinde
somutlaştırmıştır, denilebilir.
Ahmet
Hamdi Tanpınar, 1950 yılında Kitaplar
adlı dergiye verdiği röportajda Huzur
romanına ilişkin “Mümtaz yakamı bırakmadı” dedikten sonra sözlerini şöyle
sürdürür: “O bana evvelâ şahsî macerasını, yani geldiği ufukları, sonra da
meselelerini emretti. Her kahraman
kendi dünyası ile peşime takıldı” (Mücevherlerin
Sırrı 210). Bu noktada şu sorunun yanıtlanması gerekmektedir. Mümtaz’ı,
yazar kendinden yola çıkarak oluşturmuştur ama İhsan’ı çizerken yalnızca Yahya
Kemal’den mi yararlanmıştır?
Yahya
Kemal’in derslerde, Racine ve Verlaine’i, Nedim ve Bâkî ile; Şeyh Galib’i ise
Baudelaire ile eşdeğer olarak anlattığından bahseden yazar, bütün bu
değerlendirmeleri romanda İhsan’a söyletmektedir. Yahya Kemal’in dokuz yıl
yurtdışında -Paris’te- kalması, romanda İhsan’ın yedi yıl Kartiyelaten’de
kaldığı belirtilerek ilişkilendirilmektedir.
Yahya Kemal, Paris’teyken gerek
aldığı derslerin gerekse o sıralardaki yayınların etkisiyle Osmanlı tarihini
merak etmeye başlar. “Bir gün bir mecmuada, [...] Profesör ve müverrih Camille
Julian’ın bir cümlesini okudum. Bu cümle benim, milliyetimizin ve vatanımızın
teşekkülüne dâir dağınık düşüncelerimi, birdenbire, yeni bir istikamete
sevketti. Camille Julian’ın cümlesi şuydu: ‘Fransız milletini, bin yılda
Fransa’nın toprağı yarattı’” (Banarlı Yahya Kemal’in Hatıraları 46).
Yahya Kemal’in
memlekete döndükten sonra bu “milli olanı arama” düşüncesi romanda İhsan’ın “kendimize
ait olanı bulma” düşüncesidir. İhsan’ın bir tarih kitabı yazma isteği ve bu
konudaki düşünceleri göz önüne alındığında Yahya Kemal’in tarih anlayışıyla örtüştüğü
görülür. “İhsan kronolojik bir tarih olmasını istiyordu. Osmanlı
İmparatorluğu'na Bizans'tan devredilmiş iktisadi şartlardan başlıyacak, sene
sene bu güne kadar getirecekti” (Tanpınar, Huzur
40-41).
Yahya Kemal’in, “Türk İstanbul
I-II” başlıklı makalelerinde söyledikleriyle İhsan’ın bu düşünceleri arasındaki
benzerlik daha da belirginleşir.
Tanpınar, İhsan
karakterini yaratırken yalnızca Yahya Kemal’in düşüncelerinden değil,
eylemlerinden de yararlanır. Yahya Kemal’in Paris’te “[m]itinglerde bilhassa
Jaurés gibi, Comte de Mun gibi büyük hatipleri ısrarla takip e[tmesini]
(Banarlı Yahya Kemal’in Hatıraları 44), Mümtaz’ın İhsan’ı, Nuran’a anlattığı
satırlarda buluruz.
Kuzum, senin yaşın bu kadar
genç. Öyle olduğu halde bütün bu eski şeyleri nerden seviyorsun? diye sordu.
Mümtaz o zaman ona İhsan Ağabeyi anlattı Gençliğinde Paris'te Jaures'in
peşinden bir zamanlar nasıl ayrılmadığını, sonra Balkan Harbi içinde İstanbul'a
dönüşünde birdenbire nasıl değiştiğini, nasıl kendi hayatımızın kaynakları
etrafında dolaştığını, onları şahsi bir tecrübe gibi yaşamaktan nasıl
bıkmadığını söyledi. (Tanpınar, Huzur
187)
Bu sözlerin
ardından Mümtaz, asıl hocasının İhsan olduğunu, onun kendi yaşamındaki
etkisinin büyük olduğunu belirtir ve “İhsan’ın en güzel tarafı, insan için
yolları kısaltmayı bilmesidir” (187) der. Aynı sözler Tanpınar tarafından Yahya
Kemal için söylenir. Tanpınar, Yahya Kemal ile tanıştığı günlerde elinde Jean
Moreas’nın kitabını gören hocasının “Klasikleri okuyun, sırasıyla okuyun. Ve
her muharriri tekmil okuyun” önerilerinin ardından onun için şu değerlendirmeyi
yapar: “Hakikatte yolumuzu kısaltmayı istiyordu” (Tanpınar, Yahya Kemal 19). Ahmet Hamdi, bu sözü hocasının
yalnızca edebiyat ve sanat konusundaki görüşleri bağlamında kullanmaz.
Tanpınar, 1934 yılında “Yahya Kemal’e Hürmet” başlıklı
makalede Yahya Kemal’in sohbetlerinin “esir İstanbul’dan hür Anadolu dağlarına
ve kanlı cenk yerlerine açılan en kısa yollardan biri” (Tanpınar, Edebiyat
Üzerine ... 301) olduğunu belirtir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal’in bu
niteliklerini İhsan’a yükleyerek onun romanda öncü, bir anlamda lider kimliğini
vurgulamış, İhsan ile Yahya Kemal ilişkilendirilmesinin yapılacağını bilerek bu
kurgulamayı yapmıştır. Ancak yazarın İhsan’a yönelik bazı açıklamaları
okuyucunun zihninde oluşacak bu özdeşleştirmeyi bozar.
“İhsan sanatkar değildi. Yaratıcı tarafı tarihe ve iktisada
doğru gitmişti. Fakat sanattan, bilhassa şiir ve resimden iyi anlıyordu” (Tanpınar, Huzur 40). İhsan’ın sanatkar olmaması
ve yaratıcı tarafının tarihe gitmesi sözleri oldukça anlamlıdır. Nitekim
Tanpınar, “Yahya Kemal ve Şiirimiz” başlıklı makalesinde Yahya Kemal’in
İstanbul sevgisi ile Baudelaire’in Paris’i arasında bir karşılaştırma yapar ve
onun hakkında şunları söyler: “Yahya Kemal’in İstanbul sevgisi estetik plandan
vatanın manevî çehresine doğru genişler. [...] Çünkü onda cemiyetimize ait
birtakım tarihî şartların tam cevabını alırız” (Tanpınar, Edebiyat Üzerine ... 341). Yahya Kemal de, İhsan da “bize ait
olanı” bulup ortaya çıkarmaya çalışma noktasında birbirlerine benzerler. Ama
diğer özelliklerine baktığımızda İhsan’ın bir tarih öğretmeni olması ve şiirden
anlaması gibi nitelikleri onun, Yahya Kemal’in fotografının negatifi olduğunu
gösterir. Resmin kendisine baktığımızda Yahya Kemal, şairdir ve tarihten de
anlamaktadır. Bu gerçek ve kurgu olanın ters bir izdüşümle yansıtılması olsa
gerektir. Bu noktada Tanpınar, İhsan karakterini çizerken Yahya Kemal’in
kimliğinden yararlanmış ama kimi yerlerde de ona ait olmayan nitelikleri
belirginleştirerek kurgusal yapıyı sağlamıştır.
Sorel’in düşüncelerinden etkilenen
Yahya Kemal, “tarih ortasında Türklüğü aramak” (Banarlı Yahya Kemal’in Hatıraları 43) düşüncesiyle yurda döner. Oysa
İhsan’ın tarih konusundaki düşünceleri bu kadar milliyetçi bir söyleme
bürünmez. O daha çok sanatın ve “güzel”in peşindedir. “Gittiğim zaman Bursa'nın
en güzel mevsimiydi. Vakıa yine çok sıcak vardı. Fakat akşamları hava serindi.
Beni çiçekler çıldırttı (Tanpınar, Huzur
242) sözleriyle İhsan, Tanpınar’a dönüşür. İhsan’a varlık konusunda şunları
söyler:
Varım, diyorum; fakat yarın
olmayabilirim, yahut bir başkası, bir budala, bir bunak olabilirim... fakat şu
dakikada varım... [....] Ey gözüm, ey boynum, ey kollarım, karanlık ve aydınlıklarım...
size şükrediyorum, bu dakikanın sarayında, bu anın mucizesinde beraberce var
olduğumuz için; sizinle bir andan öbürüne geçebildiğim için; anları birleştirip
düz ve yekpare zaman kurabildiğim için! (239)
Bahsedilen Bursa, Tanpınar’ın
yazdığı Beş Şehir’den biridir. İhsan
da Tanpınar gibi düşünür ve reel zamanın dışında bir ikinci zamanın varlığına
işaret eder. Aslında bu iki düzlemin bütünleşmesi anlamına da gelmektedir.
Realite-yaşanan zaman, maddi unsurlardır; düşlenen, rüya olan zaman başka bir deyişle
zamandışılık ise manevi kültürdür. Yekpare zaman ise iki düzlemin de bütünleşmesidir.
Bu şehirde
muayyen bir çağa ait olmak keyfiyeti o kadar kuvvetlidir ki insan ‘Bursa’da
ikinci bir zaman daha vardır’ diye düşünebilir. Yaşadığımız, gülüp eğlendiğimiz,
çalıştığımız, seviştiğimiz zamanın yanıbaşında, ondan daha çok başka, çok daha
derin, takvimle, saatle alâkası olmayan, sanatın, ihtirasla, imanla yaşanmış
hayatın ve tarihin bu şehrin havasında ebedi bir mevsim gibi ayarladığı velût
ve yekpare bir zaman. (Tanpınar, Beş
Şehir108)
İhsan,
geçmişle yaşadığı anın bütünleşmesini, “Gittiğim zaman Bursa'nın en güzel
mevsimiydi” (Huzur 239). diye
anlatırken Tanpınar’ın Beş Şehir’de
“[ş]ehrin havasında ebedi bir mevsim” sözlerine göndermede bulunmaktadır.
Yazar, Mümtaz’ın
“biz neyiz? diye kendi kendime soruyorum” sorusunu İhsan’a yöneltmesini sağlayarak
kimlik konusundaki düşüncelerini romana aktarma fırsatını bulur. “İşte buyuz... bu Nevakar'ız. Bu Mahur
Beste'yiz, bunlara benziyen nice nice şeyleriz! Onların içimizdeki yüzleri,
bize ilham edecekleri hayat şekilleriyiz (Tanpınar, Huzur 244). Bu düşüncelerini de Yahya
Kemal’in bir sözünü kaynak göstererek güçlendirir. “Yahya Kemal, bizim
romanımız şarkılarımızdır, diyordu, hakkı da var” (244). Oğuz Demiralp’e göre
İhsan’ın bu düşünceleri onun geçmişle “‘bağlantı noktası olarak musiki’yi
gör[mesindendir] (Kutup Noktası 89).
Tanpınar, romanın olmayışını müslümanlıkta ilk günah
düşüncesinin olmamasına bağlar, dolayısıyla da Yahya Kemal’in roman
tanımlamasını “Batılı” anlamda gelişememiş bir toplumun, manevi gelişiminin
başka bir deyişle içsel gelişiminin göstergesi olarak ele alır. Geçmişin
değerlerinin, toplumun kimlik bunalımı yaşamaması için önemli olduğunu düşünen
yazar, bir anlamda da yeni olanın bu eski bedene dar geleceğini düşünmektedir
denilebilir. Üstelik de bireye doğru giden bir toplumsal gelişimde sürekli
“biz” demekten de kendini alamaz. Tanpınar’a göre “ben”, “biz”in içinde
yaşayacak ve sonrasında sığamadığı o kabuğu kırıp dönüşecektir.
Yahya Kemal’in biz konusundaki
görüşleri ise ne doğulu, ne de batılı olmaya yakındır. “Türk müslümanlığı, Arap
müslümanlığı değil, daha yeni bir iman sentezi, velhâsıl daha yeni bir imandır
ve birçok cepheleriyle millîdir” (Uysal, İşte
Gerçek ... 40)
Huzur’un
üçüncü bölümünde öğrencileriyle manevi değerler ve maddi yaşam hakkında konuşan
İhsan, onlara bu durumu “aynı vâkıanın iki yüzü”
(246) olarak açıklar. İhsan’ın kültürel ve ekonomik kalkınma konusunda söyledikleri
tamamıyla Tanpınar’ın düşünceleridir. Yazarın “Şark ile Garp Arasında Görülen
Esaslı Farklar” başlıklı makalesindeki şu sözleri de bu doğrultuda oldukça
önemlidir. “Denebilir ki, Şark eşyaya ancak umumî şeklinde tasarruf
eder. Hatta bazen onu tabiattan ödünç alır. Garp ise bünye mahiyetini anlamak
ve bütün imkânlarını yoklamak suretiyle onu tam benimser” (Tanpınar, Edebiyat
Üzerine ... 128). Tanpınar’a göre maneviyat
Doğu’yu, maddi yaşam ise Batı’yı temsil eder. Batı denen anlayışın eşyanın
tabiatına hükmetmesi, onun çözümlemesini yapması içselleştirmesi anlamına
gelmektedir. Oysa Doğu toplumlarında -Türkiye’de- bu anlayış söz konusu
değildir. Bunu sağlamanın yolu da ekonominin gelişmesidir. Bu tür bir değişimin
yaşanması da insanların “kulluktan çıkıp tevekkülden vazgeçip birey olmalarını
sağlayacaktır. Bu nokta da şu sorusuyu sormak kaçınılmazdır. Değişimle
birlikte, yazarın çok önem verdiği “manevi” yapı değişmeyecek midir?
Yeniye başından
itibaren bizim olmadığı için şüphe ile, eskiye eski olduğu için işe yaramaz
gözüyle bakıyoruz. [...] Sanatımızda, eğlencemizde, ahlakımızda,
muaşeretimizde, istikbal tasavvurlarımızda daima bu ikilik karşımıza çıkıyor.
Satıhta yaşarken mesut oluyoruz. Derine iner inmez kayıtsızlık ve kötümserlik
başlıyor.” (Tanpınar, Huzur 246-47 )
Tartışılan konu,
Doğu-Batı çatışmasından daha çok kültürel kopukluktur;
eski ne olacaktır ve nasıl yeni ile eklemlendirilecektir? Orhan adlı öğrencisiyle
konuşan İhsan, ülkenin ekonomik ve sosyal olarak kalkınmasının nasıl gerçekleştirilmesi
gerektiğini anlatır. Türkiye’nin yalnızca Türkiye olması gerektiğini söyleyen
İhsan, Osmanlı’dan beri süregelen çiftçi ağırlıklı bir toplumun değişiminin
zorunlu olduğunu belirtir ve kalkınmanın da ekonominin güçlenmesiyle olacağını
anlatır. Bunun için de Anadolu’da süregiden geleneksel yapının
dönüştürülmesinin üretime sağlayacağı katkıdan bahseder. İhsan’a göre ülkede
yeni iş alanları açılmalı, okuyan kitlenin memur olmanın ötesinde yeni bir
şeyler yapması sağlanmalıdır. Bütün bunların yapılabilmesi için hem tarım hem
de sanayi alanına yönelik bir kalkınma programı uygulanmalı ve herkesin
çalışması şarttır.
İhsan’ın, çalışma, ekonomi, kalkınma
gibi konulardaki düşünceleri, yazarın ideal insan tipini ortaya çıkarmak için
yaptığı yüklemelerdir. Yahya Kemal, bu konulardaki görüş bildirmemiş, o
yalnızca tarihsel bütünlük içinde oluşacak bir millet düşüncesine sahip
çıkmıştır, denilebilir.
Dönemin ekonomik ve siyasi kalkınmasına
yönelik öneriler, hem yapılması gerekenleri sıralar, hem de eksik olanları, ihmal
edilenleri ortaya çıkarır. Tanpınar, ekonomi, üretim, devrimler, “Yeni Türk
insanı” ve bu insanın kimliği meselelerine dair olan bu düşünceleri yine İhsan aracılığıyla
anlatır.
Evvela
şartlarımızı tanıyacağız. Sonra işlerimizi sıralıyacağız. Yavaş yavaş cihan
piyasasına çıkmağa başlıyacağız. Kendi piyasamızı kendi istihsalimize açacağız.
Aileyi, evi şehri ve köyü tekrar kuracağız... Bunları yaparken insanı da yapmış
olacağız. Şimdiye kadar insanla yapıcı olarak meşgul olamadık, bir yığın
inkılabın peşinde idik.[....] Yeni Türk insanının ölçülerini kim biliyor?
Yalnız bir şeyi biliyoruz. O da birtakım köklere dayanmak zarureti. Tarihimize
bütünlüğünü iade etmek zarureti. Bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz. (250)
İhsan’
göre toplumun kimliğini kaybetmemesi, manevi yönden güçlü olması için tarihin
kesintiye uğratılmaması gerekir. Dolayısıyla, kendi toplumuna uygun bir çözüm
arayışındadır. “Ben evvela ruhumun hatta maddemin teşekkülünü istiyorum. [....]
Fransa'da olsam ben de ferdin peşinden dolaşır, ona cemiyete rağmen kendisi
olması imkanlarını düşünürdüm. [....] Türkiye'de Türkiye'nin ihtiyacı olan şeyi
düşünüyorum” (256).
Romanda bunları söyleyen İhsan’dır ama bu düşünceler, daha
sonra Tanpınar tarafından 1950 yılında Yücel dergisinde yayımlanacak olan
“Ahmet Hamdi Tanpınar Diyor ki...” başlıklı söyleşide
de dile getirilecektir. Tanpınar’ın İhsan’ın fikirlerinden etkilenmesi söz
konusu olamayacağına göre İhsan’ın söylediklerini Tanpınar, daha önceden
düşünmüş olmalıdır.
Yazara,
köy kültürü, ekonomi iç siyaset, kalkınma, köy enstitüleri, aydınlar ve
üniversiteliler hakkında sorular sorulur. Kültür bakımından köy yaşamının
oldukça zengin olduğunu söyleyen Tanpınar, sözlerine “folklorun tespiti içinde
hapsolmamak” (Yaşadığım Gibi 292) gerektiğini
de eklemeyi unutmaz. Onun için önemli olan şehir hayatıdır ve medeniyetin
varolabilmesi için şehir yaşamı esastır. Medeniyet için şehir ne kadar
önemliyse ekonomik kalkınma ve üretim için de köy o kadar önemlidir.
Batı medeniyetinde her şeyin (sınıfsal ayrım,
köylü şehirli ayrımı) bir kurtulma fikri üzerinde, oysa müslümanlıkta toplumun
hürriyet fikri üzerine kurulduğunu söyler. “[M]üslümanlıkta başlangıç günah
fikrinin bulunmaması”ndan (Tanpınar, Huzur
283) söz eden İhsan, Suat’ın “Ne çıkar? O kadar çabuk vazgeçtikten
sonra...” sorusunu İhsan şu sözlerle yanıtlar: “Müslüman şark, asırlardan beri
kendisini müdafaaa vaziyetindedir. Bugün hürriyet mefhumunu kaybetmişsek sebebi
muhasara altında yaşadığımız içindir.” (283)
İhsan da
Tanpınar gibi “muhasara” altındadır, dolayısıyla düşüncelerini idealist bir
öğretmenin bakış açısından aktarır. İhsan, evli, iki çocuğu olan, öğretmenlik
yaparak geçimini sağlayan, toplumun içinden biridir. Hem içinde bulunduğu an
ile yani şimdiki zamanla, hem de “eski”ye ait olanla barışık yaşayabilecek bir
yapıdadır. İhsan’ın toplumun içinden biri oluşu onu hem Yahya Kemal’le hem de Ahmet Hamdi Tanpınar’la olan
benzerliklerin ötesinde bambaşka biri yapar. Ancak, bir arkadaşının “siz ki o
kadar yeni görünüyorsunuz; bana öyle geliyor ki, devrinizi sevmiyorsunuz?” (323)sorusu
İhsan Bey’in geçmişe olan özlemini gösterdiği gibi, dönemine yönelttiği
eleştirileri de dile getirmesine olanak sağlar.
“Hayır, sevmiyorum. Yahut, kelimeyi bulamadım;
devrime hayran değilim. Fakat yeni miyim hakikaten? Yeni olabilmekliğim için,
yaşadığını saatin adamı olmam lazım. Bense daha başka şeylerin iştiyakındayım!
Yeni olmak için, devrimle beraber her an değişmeği kabul etmeliyim. Bense bir
yerde, bir düşüncede istikrarı sevenlerdenim” (323).
Bu sözleri söyleyen ise Yahya
Kemal’e benzeyen İhsan olmalıdır. Özellikle “bir düşüncede istikrarı
sevenlerdenim” sözüyle anlatılmak istenen durum Cumhuriyet ve öncesi arasındaki
ilişkinin kesintiye uğratılmaması düşüncesi olmalıdır. Zira bilindiği gibi
Tanpınar, Türkiye’de bu değişimi desteklemiş, “Anayasa’nın Türkçeleşmesi” ve
“Atatürk’ten Alınacak Dersler” başlıklı makalelerinde de bu görüşlerini dile
getirmiştir.
Mümtaz
ve İhsan arasındaki diyaloglar, Tanpınar’ın kendi kendisiyle münazara etmesi
gibidir. İhsan, öğretici kimliğiyle Mümtaz’a “[h]islerinin değil, düşüncenin
adamı olman lazım!”(333) diyerek idealize etttiği yaşamdan kurtulmasını
beklemektedir. Batı modeli bir devrimin yokluğundan yakınan İhsan, Mümtaz’ın
geçmişle bugünün bağlantısını kurmuş bir birey olmasını istemektedir. Tanpınar’ın
gözünde geçmişle ve bugünün bağlantısını kuran kişi sanatsal düzlemde Yahya
Kemal’den başkası değildir.
İhsan, öte yandan da Suat’a yönelik
düşüncelerinde “[b]enim ferdin peşinde koşacak vaktim yok. Ben cemaat ile
meşgulüm” (301) diyecek kadar çelişkili sözler
söyleyebilmektedir.
Tanpınar’ın
Huzur’u bölümlere ayırırken ilk bölüme “İhsan” adını vermesi de
romanın planlanması bakımından önemlidir. İhsan hasta olması, ülkenin İkinci
Dünya Savaşı öncesindeki durumu ve Cumhuriyet’in ilânından sonra yaşanan “yeni”
olmak için eskinin tamamıyla ortadan kaldırılması durumuyla da doğrudan
ilişkilidir. Ayrıca, yazarın üretimin artması ve ekonominin gelişmesi sonucunda
belli bir refah düzeyine erişecek toplum idealiyle de örtüşmektedir. Hastalıktan
kurtulma ise ya iyileşerek ya da ölümle gerçekleşecektir.
Huzur’daki
İhsan ve Mümtaz karakterleri yalnızca bir roman kahramanı mıdır? Mümtaz’ın
Tanpınar, olduğu konusunda çoğu araştırmacı hem fikirdir. Tanpınar,
söyleşilerinden birinde dediği gibi Mümtaz peşini bırakmamış ve ona kendi
romanını yazdırmışsa İhsan niçin çizilmiştir? Bu soruların yanıtını yine
İhsan’ın sözlerinde bulabilmek mümkündür. “Bunları yaparken insanı da yapmış
olacağız. Şimdiye kadar insanla yapıcı olarak meşgul olamadık, bir yığın
inkılabın peşinde idik. İçimizde kendimize karşı bir hareket hürriyetini elde
etmeğe çalışıyorduk”(250 ).
Tanpınar,
bu romanında “insanı yapmaya” çalışmıştır denilebilir. İhsan-Yahya Kemal ve
Mümtaz-A.H.Tanpınar ikililerinden yola çıkan yazar, kurgu belirli bir noktaya
geldikten sonra Tanpınar, İhsan ve Mümtaz zincirini kurmaya çalışmıştır. İhsan’ın
adı romanda 238 kez geçer, diğer roman kişilerine –Suat (247 ), Nuran (620),
Mümtaz(960)- oranla en az konuşan ya da kendinden bahsedilen kişidir. Mümtaz’ın
İhsan’la ilgili sözlerinin anımsamalar olduğu düşünüldüğünde, İhsan yaşanan
anın dışındadır ve durağandır. Hareketli olan ve değişimi kaçınılmaz olan
karakter ise Mümtaz’dır.
Tanpınar,
İhsan karakterini çizerken Yahya Kemal’in tarih düşüncesinden yararlanmıştır.
Yazar, zaman zaman hocasının sözleriyle konuşturduğu İhsan’a, kendi
düşüncelerini de söyletmekten geri kalmamıştır. Bu bağlamda da romanın belli
bölümlerinde İhsan’ın Yahya Kemal’in bir benzeri olduğunu düşünmek mümkündür.
Öte yandan
İhsan’ın toplumu örnekleyen özellikler taşıması, okuyucunun kurduğu bu benzerlikleri
göz ardı edip onun romanın gerçekliğine ait bir karakter olarak algılanmasını sağlamıştır.
Başka bir deyişle, İhsan, tarih ve musiki konularındaki görüşlerini Yahya
Kemal’den; ekonomi, çalışma hayatı, kalkınma gibi konulardaki görüşlerini
Tanpınar’dan almıştır, diyebiliriz.
Kış (Aralık-Ocak-Şubat) 2008-2009, Sayı 296.
Kaynaklar
Banarlı, Nihat Sami. Yahya Kemal’in Hatıraları. İstanbul:
İstanbul Fetih Cemiyeti, 1960.
Beyatlı, Yahya Kemal. “Yahya Kemal
ile Konuştum”. Söyleşiyi yapan: Hikmet Feridun.
Yedigün Mecmuası, 10 Temmuz 1935 Edebiyata
Dair. 4. Baskı. İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 1997. 251-64.
——. “Türk İstanbul I-II”. Aziz İstanbul. 1000 Temel Eser.İstanbul:
Milli Eğitim Basımevi,
1969. 5-66.
Demiralp, Oğuz. Kutup Noktası. İstanbul. Yapı Kredi
Yayınları, 1993.
Tanpınar, Ahmet Hamdi. Beş Şehir. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1989.
——. Edebiyat
Üzerine Makaleler. Haz. Zeynep Kerman. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1992.
——. “Şark ile
Garp Arasında Görülen Esaslı Farklar” Edebiyat Üzerine Makaleler
128-30.
——. “Yahya Kemal’e Hürmet” Edebiyat Üzerine Makaleler 309-11.
——. “Yahya Kemal, Şiirleri ve İstanbul” Edebiyat Üzerine Makaleler 339-44.
——. Huzur 9. Baskı. İstanbul: Dergâh
Yayınları, 1999.
——. Mücevherlerin
Sırrı:Derlenmiş Yazılar, Anketler ve Röportajlar.
Haz. İlyas Dirin
ve diğer. 3. Baskı. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları, 2004.
——. Yahya Kemal. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları, 2001.
——. Yaşadığım
Gibi. Haz. Prof. Dr. Birol Emil. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2005.
Uysal, Sermet Sami. İşte Gerçek Yahya Kemal. İstanbul:
İnkılâp ve Aka Kitabevi, 1972.