Şairlerin En Garibi: Ahmet Hâşim*
Yapı Kredi Yayınları, Abdülhak Şinasi Hisar’ın bütün eserlerini yayımlamaya 2005 yılında başladı. Bütün yapıtları serisinden çıkan Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayatı (1887-1933) adlı biyografinin baskı tarihi ise 2006. İlk kez 1963 yılında Hilmi Kitabevi tarafından yayımlanan eserin, ikinci baskısı Varlık Yayınları tarafından 1969 yılında yapılmış. Varlık Yayınları’nden çıkan bu baskıda Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayatı ve Yahya Kemal’e Veda adlı biyografiler birlikte bulunuyor. Ötüken Neşriyat da iki biyografiyi aynı kitapta 1979 yılında yayımlıyor. Yayınevinin künyesinin yer aldığı dördüncü sayfada kitabın birinci baskısının Hilmi Kitabevi; ikinci baskısının da 1969 yılında Varlık Yayınevi tarafından yapıldığı bilgisi verilmiş. Ötüken Yayınlarından çıkan 1979 tarihli üçüncü baskı ise yazılmamış.
Yapı Kredi
yayınlarından çıkan son baskıda yer alan yazılarla, kitabın önceki üç
baskısındaki yazılar arasında içerik yönünden bir değişiklik yok; yalnızca o
günlerde kullanılan bazı sözcükler güncellenmiş. Editörlüğünü Murat Yalçın’ın
yaptığı kitabın kapağında, Abdülhak Şinasi Hisar’ın (1887–1963) siyah beyaz bir
fotoğrafı var. Kitabın kapağına Hisar’ın yerine, Ahmet Hâşim’in fotoğrafı
konulsaydı daha iyi olurdu; zira Ahmet Haşim’i tanımayanlar, bu resmin ona ait
olduğunu düşünebilirler. Bir başka nokta da kitabın adının Ahmet Haşim : Şiiri ve Hayatı
biçiminde yazıldıktan sonra Bütün
Yapıtları Biyografi. sözlerinin bulunduğu yer. (Bkz. Resim 1) Okuyucu Ahmet Haşim’in bütün yapıtları
yayımlanıyormuş gibi düşünebilir. Bütün
Yapıtları açıklamasının Abdülhak Şinasi Hisar adının altına yazılması bu
karışıklığı giderir. Kapağın ardından
gelen sayfada Haşim’in hayatı, yazıları ve yapıtları hakkında okurlara bilgi
veriliyor.
132 sayfadan oluşan kitabın içindekiler bölümünde yirmi dört yazının başlıkları
var. Bu yazıların tarihi yok ama yazıları okuyunca sıralamanın Abdülhak Şinasi
Hisar tarafından yapıldığı anlaşılıyor. Yazar, Ahmet Hâşim’le ilk kez tanıştığı
yer olan Galatasaray Lisesi’nden başlıyor, anlatmaya. “Galatasaray’da Ahmet
Hâşim” başlıklı yazıda Ahmet Hâşim’in doğduğu yer olan Bağdat’tan ve oradaki
çocukluk günlerinden kısaca bahsediliyor. Abdülhak Şinasi Hisar’ın, şairden
öğrenip aktardığı bilgilerden Hâşim’in İstanbul’a, 6 yaşında babasıyla
geldiğini öğreniyoruz. Ahmet Hâşim, 1897 yılında yani on iki yaşında, o zamanki
adıyla Galatasaray Mektebi’ne giriyor. Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hâşim’le
Galatasaray’a girdikten bir iki yıl sonra tanışıyor. “Mekteb” yıllarında
Hâşim’in biraz yaramaz, biraz taşralı bir halinin olduğunu söyleyen yazar,
onunla ilk yıllarda çok samimi olmadıklarını da belirtiyor.
Hisar, okuldayken diğer öğrencilerin ona “Şair Hâşim” demesini , “[b]u tevcih
hayatının gurubuna kadar ona verilecek en doğru unvan kalmıştır” (8) sözleriyle
anlatıyor. Ahmet Hâşim’in kendine “Şi’r-i Kamer”in, o zamanki biçiminden bazı
parçaları okumasından sonra Abdülhak Şinasi Hisar, şair dostuna ve onun şiirine
“bağlı kal[ıyor]. Hâşim’in ölümüne kadar Hisar,onun çevresindeki sayılı
insanlardan biri oluyor.
Abdülhak Şinasi’nin tanımlamasına göre Ahmet Hâşim, çabuk öfkelenen, titiz,
insanları kolay kolay beğenmeyen bir yaradılıştadır. Kendisine Recaîzâde Mahmut
Ekrem hakkındaki fikri sorulduğunda Hâşim: “Hiç eldivenli şair olur mu?” (10)
yanıtını verir. Ona göre şair, “müvazenesiz [dengesiz] olur, sarhoş olur, bir
gece bütün bir şiir dîvanı yazabilir, fakat müvazeneli, hesaplı, hulâsa,
eldivenli bir şair ola[maz]” (10).
Galatasaray Lisesi’nde Tevfik Fikret, Ahmet Hâşim’in ikinci sınıfta lisan ve
imlâ hocası; Ahmet Hikmet de dördüncü sınıfta edebiyat hocası oluyor. Ahmet
Hikmet’in (Müftüoğlu) bir gün derste söyledikleri Hâşim’i çok etkiler ve bunu
paylaşmak için Abdülhak Şinasi Hisar’ın yanına gelir. Hisar da bunu
“[k]endisinden başka hiçbir talebenin bir ehemmiyet vermeyeceği” (10) bir durum
olarak nitelendirir. Ahmet Hikmet’in Hâşim tarafından aktarılan sözleri şunlardır:
“Bir şiir yazılmak için bir fikir düşünülüp mantıkî bir kanaat ifade edilirse,
bu yazı bir şiir olmazdı. Şiir, ancak kullanılan güzel kelimelerin yardımıyla
ve ahenkli kafiyelerin sayesinde tatlışarak mantığın haricinde bir eda ile
hakiki bir şiir olabilirdi”(10-11). Bu düşünceler ileride Ahmet Hâşim’in “Şiir
Hakkında Bazı Mülâhazalar” başlıklı yazısının özünü oluşuracak, sanatında da
belirleyici olacaktır.
“Şi’r-i Kamer” başlıklı yazıda, Abdülhak Şinasi Hisar, Hâşim’e olan yakınlığı
ve kendine özgü diliyle dostunun yaşamıyla şiirleri arasındaki ilişkiyi
anlatıyor. Arkadaş olmaları, Hisar’ın eleştirilerini dile getirmesine engel
olmuyor: Hâşim için “‘Şi’r-i Kamer’, çocukluk zamanlarının
hâtıraları gibi, o bunları daima birer zevk ve birer hastalık gibi duyardı”
(15) sözleriyle de bunu örnekliyor.
“Leziz Arkadaşımızın İlk Edebiyat Zamanları” başlıklı yazısında Ahmet Hâşim’in,
Halit Ziya’nın ve Tevfik Fikret’in aleyhindeki yazılarından söz eden Hisar, bu
yazıların içeriğine dair bir şey söylemiyor. Yazar, Haşim’in, Tevfik
Fikret’in Rübab-ı Şikeste’si hakkında bir eleştiri yazdığını da
ayrıca belirtiyor.
Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hâşim’i anlatırken onu, bir insan olarak ele alıp
o âna denk düşen olayları birbirinden ayırmadan anlatıyor, bu özellik de
kitabın okunmasını kolaylaştırıyor. Okuyucu, Hâşim’i edebiyatçı kimliğinin
yanında gündelik olayların içindeki bir insan olarak da görebiliyor.
“Göl Saatleri” Abdülhak Şinasi Hisar’ın İleri gazetesinde
çıkan ve Hâşim’in ilk şiir kitabı Göl Saatleri hakkındaki yazısı.
“O Belde”nin Hâşim’in en çok sevilen şiiri olduğunu söyleyen Abdülhak Şinasi,
“Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz” (28) dizesinin bu şiirin şöhretini
artırdığını, çoğu okuyucunun da bu şiire hayran olduğunu söylüyor.
Ahmet Hâşim’in, ilk kitabının çıkmasının ardından Akşam gazetesinde
“Göl Saatleri” başlıklı bir yazı daha yayımlanıyor. Abdülhak Şinasi, Hâşim’in
bu gazetedeki tanıdıkları aracılığıyla, şairin isteği doğrultusunda hazırlanan,
söylemek istediklerini içeren bir yazı olduğunu belirtiyor. Bu yazıyı kitabına
“Şairin İfşaları” adıyla olduğu gibi alıyor.
Abdülhak Şinasi, Ahmet Mithat’ın 4 Mart 1897 yılında Sabah gazetesinde
yayımlanan “Dekadanlar”adlı makalesiyle başlayan tartışmaların İkinci
Meşrutiyet’in ilânına kadar devam ettiğinden söz ediyor. Tevfik Fikret’in de
Ahmet Mithat’ı kastederek yazdığı “Timsâl-i cehâlet” başlıklı şiirin bir
bölümünü de kitabına almış. Şiir ve edebiyat eleştirisinin ölçütlerini yitirdiği
böyle bir dönemde Ahmet Hâşim’in şiirlerinin eleştirilmesi de kaçınılmaz
oluyor. Yazar da ona yöneltilen haksız eleştirileri “Ahmet Hâşim’e Hücumlar”
başlıklı yazısında anlatıyor. Bu yazıda o dönemde yaşananları yakından
takip eden bir insanın gözlem ve dile getirme gücünü görebiliyorsunuz.
Hisar, Hâşim hakkında
yazdığı bu kitapta onun “sanatçı kimliği”nin öne çıkması için uğraşmıyor. O
bildiği, tanıdığı Hâşim’i idealize etmeden her yönüyle anlatıyor. Hâşim’i
anlayamayanların, onun şiirlerinin etkisini zayıflatmak amacıyla, mizah
gazetelerinde yayımladıkları “Şerhederken Şair Ahmet Hâşim’in bir şiirini /
Eyledim gaib tamamen aklı da, iz’ânı da” (37) biçimindeki “şiir”lerden örnekler
veriyor ama bu şiirlerin kimin tarafından söylendiğini yazmıyor.
“Yârin dudağından getirilmiş / Bir katre alevdir bu karanfil...” dizeleriyle
başlayan “Karanfil” şiirinin bulunduğu, Piyâle adlı kitapla
ilgili olan “Piyâle’nin Birinci ve İkinci Tab’ı” başlıklı yazıda şairin “Merdiven”
ve “Bir Günün Sonunda Arzu” başlıklı diğer şiirlerinden de söz ediliyor. Bu
şiir kitabının önsözünde, daha önce Dergâh mecmuasında yayımlanan “Şiir
Hakkında Bazı Mülâhazalar” makalesi de yer alıyor. Hâşim, bu makalede şiir, saf
şiir gibi konulardaki görüşlerini dile getiriyor. Yazar, Ahmet Hâşim’in kitabın
ilk baskısını Abdülhak Hâmid’e gönderirken yazdığı ithaf yazısını da okuyucuya
sunuyor:
“Büyük ruh ve hayal
zirvesi, müebbed ve nâmütenâhi
Abdülhak Hâmid
Beyefendiye,
Nâçiz bir şairin
hediyesi.
8
Kânunuevvel 1926
Ahmet
Hâşim “ (43)
“Ahmet Hâşim’in Mensur Eserleri” başlıklı yazısında; yayımlanma sırasına göre
Ahmet Hâşim’in diğer düzyazılarından da bahseden yazar; 1928 yılının Ahmet
Hâşim’in “en verimli en muvaffakıyetli” (49) yılı olduğunu söylüyor.
Kitaptaki ilk yedi yazıyı “Edebiyat Dünyasındaki Ahmet Hâşim” olarak
gruplandırmak mümkün. Abdülhak Şinasi Hisar, “Ahmet Hâşim’in Mensur Eserleri”
başlıklı yazıdan sonra, mahallede, kahvede ya da evdeki Hâşim’i bize anlatıyor.
“Memuriyetler, Maaşlar, Para Buhranları” başlıklı yazıda Galatasaray’dan sonra
Ahmet Hâşim’in yaptığı işler anlatılıyor. Hisar, olaylara, onun yakınındaki
biri olarak bakıyor ama nesnelliğini de yitirmiyor. Böyle olunca da Hâşim’in
alınganlık gösterip kabul etmediği işleri, geçici olarak başladığı işlerin
sürekli olacağını düşünüp sınıf atlamış gibi davrandığını da söylemekten
kaçınmıyor. Öte yandan Hâşim için söylenilen “pek hasis”(52) nitelemesine dair
bir anıyı da okuyucuya şairin ağzından aktarıyor.
Abdülhak Şinasi Hisar, “Şairin Şikayetleri”nde Ahmet Hâşim’in
duygularını dizelere dökebilmesinde çektiği ıstırapların da etkisinin olduğunu,
“Şairin Mahallesine ve Kahvehâne Arkadaşlarına Bağlılığı” başlıklı yazıda ise
Hâşim’in Kadıköy, Bahariye Caddesi, Belvü Apartmanı’ndaki dairesini anlatıyor.
Hâşim’in her gün Kadıköy’den Avrupa yakasına geçmesini ve Avrupa yakasından
Kadıköy’e dönmek gerektiğinde her şeyi bırakıp vapura yetişmeye çalışmasını
anlayamıyor. Hâşim’in bu evden vazgeçememesini de şöyle belirtiyor:
Vapur bu ipek suları
yararak geçerken, güya kendisini arkasına takmış da bu suların içinden
sürüklüyormuş gibi, şehrin olanca tozlarından, kirlerinden, yalanlarından,
zehirlerinden yıkandığını, kurtulduğunu duyarmış. İskeleye çıkınca, artık edebiyat
ve matbuat âleminin hummalı dedikodularından uzaklaşmış mahalle arkadaşlığı,
âsude, sakin, masum, biraz çocukça bir muhite erdiğine, burjuva bir nevi ‘O
Belde’ye kavuştuğuna kanaat getirirmiş. (59-60)
Yazar, Hâşim’in mahalledeki arkadaşları tarafından “[k]üfürbaz, şakacı,
gürültücü kahkahacı, heccav” olarak tanındığını; bu insanların onu, kahveye
gelen bir mahalleli olarak sevdiklerini belirtiyor. Hisar, şair dostlarının
kahvehane arkadaşlarından haberdar olmadığını da Hâşim’in iki farklı dünyaya
özgü davranışlarıyla anlatıyor. Bu yazının ardından
“Ahmet Hâşim’in İki Şahsiyeti"’ni anlatan bir yazı var. Hâşim’in gösteriş
adına yaptığı davranışlardan söz ediliyor. Hisar, onun tepki çekmek için
yazdığı gereksiz ve boş yazılar da yazdığını söylüyor. Peyâmi Safa’yı kızdırmak
için onun değerinde olmayan bir başka romancıyı “harikulâde” (64) diye övmesini
yaptığı hatalara örnek olarak veriyor. Abdülhak Şinasi, onu bu sözlerinden
dolayı eleştirdiğinde Hâşim, yaptıklarına üzülerek pişman oluyor. Hisar’ın şu
sözleri şairin ruh halini anlatıyor: “Bu ikinci Ahmet Hâşim biraz gülünç
bulduğumuz, pek emin bulamadığımız bir yol arkadaşımızdı. Öteki şairin bir nevi
amelesi ve asıl dostumuzun hatırı için kolladığımız bir tarafıydı” (65).
“Dostumuzun Garip Huyları” ve “Aşk ve İzdivaç
Buhranları” başlıklı yazılar da Ahmet Hâşim’in değişik ruh hallerinin
anlatıldığı yazılar. Hâşim’in kadınlarla ilişkisini “Aşk ve İzdivaç
Buhranları’nda bulmak mümkün.
Abdülhak Şinasi Hisar, Hâşim’in boğazına düşkünlüğünden “Ölüm Karşısında Ahmet
Hâşim” başlıklı yazısında söz ediyor. Böbreklerinden rahatsız olan şair;
doktorların verdiği perhizi uygulamıyor. Hâşim’in son mensur yazısının da –emin
olmamakla birlikte- “Yemek” adlı bir mensur kaside olduğunu da ekliyor.
“Şairin Ölümü”,
Abdülhak Şinasi Hisar’ın Ahmet Hâşim’in şiiriyle ilgili düşüncelerini anlattığı
bir yazı. Yazar, o dönemdeki gençler için önemli olan üç isimden birinin Ahmet
Hâşim; diğer ikisinin ise Abdülhak Hâmid ve Yahya Kemal olduğunu söylüyor.
“Dört Beş Hatıra”da altı alt başlıkla belirlenmiş anılar anlatılıyor. Abdülhak
Şinasi, bu yazısında Ahmet Hâşim denince akla gelen “Hâşim Nasıl Görünürdü?”,
“Araplığı Meselesi” gibi konulara ilişkin görüşlerini belirtiyor. Hâşim, hastalığının
son günlerinde sayıklarken “[ş]airlerin en garibi öldü” demiş (107). Yazar, bu
sözleri Ahmet Hamdi Tanpınar’ın duyduğunu belirtiyor.
“Şairin Kâinatı” başlıklı yazıda Ahmet Hâşim’in şiirinin zamanından (güneşin
battığı an ve sonrası); “Ahmet Hâşim’in Şiirleri” yazısında ise onun, Şeyh
Galip, Abdülhak Hâmid, Cenab Şahabeddin’i kısmen içine alan bir şiir
mıntıkasında[n]” (116) geldiğinden söz ediliyor. “Ahmet Hâşim’i Yâd”, “Ahmet
Hâşim’in Canlı Hatırası”ve “Bazı Mektuplar” başlıklı yazılarla kitap sona
eriyor. Ahmet Hâşim’i edebiyat tarihlerinde anlatılanların dışında, bir
dostunun anlattıklarıyla tanımak, onu bir kesit olarak değil, bir bütün olarak
tanımak isteyenler için Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayatı ideal bir
kitap. Bir dönemin panoraması içinden Ahmet Hâşim’in portresini
akıcı bir anlatımla çiziyor, Abdülhak Şinasi Hisar.
Hisar, Abdülhak
Şinasi: Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı. Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul: 2006
*Hürriyet Gösteri Sanat Edebiyat Dergisi
Ocak Şubat Mart 2013 Sayı 308, s.34-37.
Resim 1