kitap tanıtım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap tanıtım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı


Şairlerin En Garibi: Ahmet Hâşim*
     
                        Yapı Kredi Yayınları, Abdülhak Şinasi Hisar’ın bütün eserlerini yayımlamaya 2005 yılında başladı. Bütün yapıtları serisinden çıkan Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayatı (1887-1933) adlı biyografinin baskı tarihi ise 2006. İlk kez 1963 yılında Hilmi Kitabevi tarafından yayımlanan eserin, ikinci baskısı Varlık Yayınları tarafından 1969 yılında yapılmış. Varlık Yayınları’nden çıkan bu baskıda Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayatı ve Yahya Kemal’e Veda adlı biyografiler birlikte bulunuyor.  Ötüken Neşriyat da iki biyografiyi aynı kitapta 1979 yılında yayımlıyor. Yayınevinin künyesinin yer aldığı dördüncü sayfada kitabın birinci baskısının Hilmi Kitabevi; ikinci baskısının da 1969 yılında Varlık Yayınevi tarafından yapıldığı bilgisi verilmiş. Ötüken Yayınlarından çıkan 1979 tarihli üçüncü baskı ise yazılmamış.

Yapı Kredi yayınlarından çıkan son baskıda yer alan yazılarla, kitabın önceki üç baskısındaki yazılar arasında içerik yönünden bir değişiklik yok; yalnızca o günlerde kullanılan bazı sözcükler güncellenmiş. Editörlüğünü Murat Yalçın’ın yaptığı kitabın kapağında, Abdülhak Şinasi Hisar’ın (1887–1963) siyah beyaz bir fotoğrafı var. Kitabın kapağına Hisar’ın yerine, Ahmet Hâşim’in fotoğrafı konulsaydı daha iyi olurdu; zira Ahmet Haşim’i tanımayanlar, bu resmin ona ait olduğunu düşünebilirler. Bir başka nokta da kitabın adının Ahmet Haşim : Şiiri ve Hayatı  biçiminde yazıldıktan sonra Bütün Yapıtları Biyografi. sözlerinin bulunduğu yer. (Bkz. Resim 1) Okuyucu Ahmet Haşim’in bütün yapıtları yayımlanıyormuş gibi düşünebilir. Bütün Yapıtları açıklamasının Abdülhak Şinasi Hisar adının altına yazılması bu karışıklığı giderir.  Kapağın ardından gelen sayfada Haşim’in hayatı, yazıları ve yapıtları hakkında okurlara bilgi veriliyor.
            132 sayfadan oluşan kitabın içindekiler bölümünde yirmi dört yazının başlıkları var. Bu yazıların tarihi yok ama yazıları okuyunca sıralamanın Abdülhak Şinasi Hisar tarafından yapıldığı anlaşılıyor. Yazar, Ahmet Hâşim’le ilk kez tanıştığı yer olan Galatasaray Lisesi’nden başlıyor, anlatmaya. “Galatasaray’da Ahmet Hâşim” başlıklı yazıda Ahmet Hâşim’in doğduğu yer olan Bağdat’tan ve oradaki çocukluk günlerinden kısaca bahsediliyor. Abdülhak Şinasi Hisar’ın, şairden öğrenip aktardığı bilgilerden Hâşim’in İstanbul’a, 6 yaşında babasıyla geldiğini öğreniyoruz. Ahmet Hâşim, 1897 yılında yani on iki yaşında, o zamanki adıyla Galatasaray Mektebi’ne giriyor. Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hâşim’le Galatasaray’a girdikten bir iki yıl sonra tanışıyor. “Mekteb” yıllarında Hâşim’in biraz yaramaz, biraz taşralı bir halinin olduğunu söyleyen yazar, onunla ilk yıllarda çok samimi olmadıklarını da belirtiyor.
            Hisar, okuldayken diğer öğrencilerin ona “Şair Hâşim” demesini , “[b]u tevcih hayatının gurubuna kadar ona verilecek en doğru unvan kalmıştır” (8) sözleriyle anlatıyor. Ahmet Hâşim’in kendine “Şi’r-i Kamer”in, o zamanki biçiminden bazı parçaları okumasından sonra Abdülhak Şinasi Hisar, şair dostuna ve onun şiirine “bağlı kal[ıyor]. Hâşim’in ölümüne kadar Hisar,onun çevresindeki sayılı insanlardan biri oluyor.
            Abdülhak Şinasi’nin tanımlamasına göre Ahmet Hâşim, çabuk öfkelenen, titiz, insanları kolay kolay beğenmeyen bir yaradılıştadır. Kendisine Recaîzâde Mahmut Ekrem hakkındaki fikri sorulduğunda Hâşim: “Hiç eldivenli şair olur mu?” (10) yanıtını verir. Ona göre şair, “müvazenesiz [dengesiz] olur, sarhoş olur, bir gece bütün bir şiir dîvanı yazabilir, fakat müvazeneli, hesaplı, hulâsa, eldivenli bir şair ola[maz]” (10).
            Galatasaray Lisesi’nde Tevfik Fikret, Ahmet Hâşim’in ikinci sınıfta lisan ve imlâ hocası; Ahmet Hikmet de dördüncü sınıfta edebiyat hocası oluyor. Ahmet Hikmet’in (Müftüoğlu) bir gün derste söyledikleri Hâşim’i çok etkiler ve bunu paylaşmak için Abdülhak Şinasi Hisar’ın yanına gelir. Hisar da bunu “[k]endisinden başka hiçbir talebenin bir ehemmiyet vermeyeceği” (10) bir durum olarak nitelendirir. Ahmet Hikmet’in Hâşim tarafından aktarılan sözleri şunlardır: “Bir şiir yazılmak için bir fikir düşünülüp mantıkî bir kanaat ifade edilirse, bu yazı bir şiir olmazdı. Şiir, ancak kullanılan güzel kelimelerin yardımıyla ve ahenkli kafiyelerin sayesinde tatlışarak mantığın haricinde bir eda ile hakiki bir şiir olabilirdi”(10-11). Bu düşünceler ileride Ahmet Hâşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” başlıklı yazısının özünü oluşuracak, sanatında da belirleyici olacaktır.
            “Şi’r-i Kamer” başlıklı yazıda, Abdülhak Şinasi Hisar, Hâşim’e olan yakınlığı ve kendine özgü diliyle dostunun yaşamıyla şiirleri arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Arkadaş olmaları, Hisar’ın eleştirilerini dile getirmesine engel olmuyor: Hâşim için “‘Şi’r-i Kamer’, çocukluk zamanlarının hâtıraları gibi, o bunları daima birer zevk ve birer hastalık gibi duyardı” (15) sözleriyle de bunu örnekliyor.
            “Leziz Arkadaşımızın İlk Edebiyat Zamanları” başlıklı yazısında Ahmet Hâşim’in, Halit Ziya’nın ve Tevfik Fikret’in aleyhindeki yazılarından söz eden Hisar, bu yazıların içeriğine dair bir şey söylemiyor. Yazar, Haşim’in, Tevfik Fikret’in Rübab-ı Şikeste’si hakkında bir eleştiri yazdığını da ayrıca belirtiyor.
            Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hâşim’i anlatırken onu, bir insan olarak ele alıp o âna denk düşen olayları birbirinden ayırmadan anlatıyor, bu özellik de kitabın okunmasını kolaylaştırıyor. Okuyucu, Hâşim’i edebiyatçı kimliğinin yanında gündelik olayların içindeki bir insan olarak da görebiliyor.
            “Göl Saatleri” Abdülhak Şinasi Hisar’ın İleri gazetesinde çıkan ve Hâşim’in ilk şiir kitabı Göl Saatleri hakkındaki yazısı. “O Belde”nin Hâşim’in en çok sevilen şiiri olduğunu söyleyen Abdülhak Şinasi, “Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz” (28) dizesinin bu şiirin şöhretini artırdığını, çoğu okuyucunun da bu şiire hayran olduğunu söylüyor.
            Ahmet Hâşim’in, ilk kitabının çıkmasının ardından Akşam gazetesinde “Göl Saatleri” başlıklı bir yazı daha yayımlanıyor. Abdülhak Şinasi, Hâşim’in bu gazetedeki tanıdıkları aracılığıyla, şairin isteği doğrultusunda hazırlanan, söylemek istediklerini içeren bir yazı olduğunu belirtiyor. Bu yazıyı kitabına “Şairin İfşaları” adıyla olduğu gibi alıyor.
            Abdülhak Şinasi, Ahmet Mithat’ın 4 Mart 1897 yılında Sabah gazetesinde yayımlanan “Dekadanlar”adlı makalesiyle başlayan tartışmaların İkinci Meşrutiyet’in ilânına kadar devam ettiğinden söz ediyor. Tevfik Fikret’in de Ahmet Mithat’ı kastederek yazdığı “Timsâl-i cehâlet” başlıklı şiirin bir bölümünü de kitabına almış. Şiir ve edebiyat eleştirisinin ölçütlerini yitirdiği böyle bir dönemde Ahmet Hâşim’in şiirlerinin eleştirilmesi de kaçınılmaz oluyor. Yazar da ona yöneltilen haksız eleştirileri “Ahmet Hâşim’e Hücumlar” başlıklı yazısında anlatıyor.  Bu yazıda o dönemde yaşananları yakından takip eden bir insanın gözlem ve dile getirme gücünü görebiliyorsunuz.
           
Hisar, Hâşim hakkında yazdığı bu kitapta onun “sanatçı kimliği”nin öne çıkması için uğraşmıyor. O bildiği, tanıdığı Hâşim’i idealize etmeden her yönüyle anlatıyor. Hâşim’i anlayamayanların, onun şiirlerinin etkisini zayıflatmak amacıyla, mizah gazetelerinde yayımladıkları “Şerhederken Şair Ahmet Hâşim’in bir şiirini / Eyledim gaib tamamen aklı da, iz’ânı da” (37) biçimindeki “şiir”lerden örnekler veriyor ama bu şiirlerin kimin tarafından söylendiğini yazmıyor.
            “Yârin dudağından getirilmiş / Bir katre alevdir bu karanfil...” dizeleriyle başlayan “Karanfil” şiirinin bulunduğu, Piyâle adlı kitapla ilgili olan “Piyâle’nin Birinci ve İkinci Tab’ı” başlıklı yazıda şairin “Merdiven” ve “Bir Günün Sonunda Arzu” başlıklı diğer şiirlerinden de söz ediliyor. Bu şiir kitabının önsözünde, daha önce Dergâh mecmuasında yayımlanan “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” makalesi de yer alıyor. Hâşim, bu makalede şiir, saf şiir gibi konulardaki görüşlerini dile getiriyor. Yazar, Ahmet Hâşim’in kitabın ilk baskısını Abdülhak Hâmid’e gönderirken yazdığı ithaf yazısını da okuyucuya sunuyor:
Büyük ruh ve hayal zirvesi, müebbed ve nâmütenâhi
Abdülhak Hâmid Beyefendiye,
Nâçiz bir şairin hediyesi.
                                                               8 Kânunuevvel 1926
                                                               Ahmet Hâşim “ (43)


            “Ahmet Hâşim’in Mensur Eserleri” başlıklı yazısında; yayımlanma sırasına göre Ahmet Hâşim’in diğer düzyazılarından da bahseden yazar; 1928 yılının Ahmet Hâşim’in “en verimli en muvaffakıyetli” (49) yılı olduğunu söylüyor.
            Kitaptaki ilk yedi yazıyı “Edebiyat Dünyasındaki Ahmet Hâşim” olarak gruplandırmak mümkün. Abdülhak Şinasi Hisar, “Ahmet Hâşim’in Mensur Eserleri” başlıklı yazıdan sonra, mahallede, kahvede ya da evdeki Hâşim’i bize anlatıyor.
            “Memuriyetler, Maaşlar, Para Buhranları” başlıklı yazıda Galatasaray’dan sonra Ahmet Hâşim’in yaptığı işler anlatılıyor. Hisar, olaylara, onun yakınındaki biri olarak bakıyor ama nesnelliğini de yitirmiyor. Böyle olunca da Hâşim’in alınganlık gösterip kabul etmediği işleri, geçici olarak başladığı işlerin sürekli olacağını düşünüp sınıf atlamış gibi davrandığını da söylemekten kaçınmıyor. Öte yandan Hâşim için söylenilen “pek hasis”(52) nitelemesine dair bir anıyı da okuyucuya şairin ağzından aktarıyor.
            Abdülhak Şinasi Hisar, “Şairin Şikayetlerinde Ahmet Hâşim’in duygularını dizelere dökebilmesinde çektiği ıstırapların da etkisinin olduğunu, “Şairin Mahallesine ve Kahvehâne Arkadaşlarına Bağlılığı” başlıklı yazıda ise Hâşim’in Kadıköy, Bahariye Caddesi, Belvü Apartmanı’ndaki dairesini anlatıyor. Hâşim’in her gün Kadıköy’den Avrupa yakasına geçmesini ve Avrupa yakasından Kadıköy’e dönmek gerektiğinde her şeyi bırakıp vapura yetişmeye çalışmasını anlayamıyor. Hâşim’in bu evden vazgeçememesini de şöyle belirtiyor:
Vapur bu ipek suları yararak geçerken, güya kendisini arkasına takmış da bu suların içinden sürüklüyormuş gibi, şehrin olanca tozlarından, kirlerinden, yalanlarından, zehirlerinden yıkandığını, kurtulduğunu duyarmış. İskeleye çıkınca, artık edebiyat ve matbuat âleminin hummalı dedikodularından uzaklaşmış mahalle arkadaşlığı, âsude, sakin, masum, biraz çocukça bir muhite erdiğine, burjuva bir nevi ‘O Belde’ye kavuştuğuna kanaat getirirmiş. (59-60)
            Yazar, Hâşim’in mahalledeki arkadaşları tarafından “[k]üfürbaz, şakacı, gürültücü kahkahacı, heccav” olarak tanındığını; bu insanların onu, kahveye gelen bir mahalleli olarak sevdiklerini belirtiyor. Hisar, şair dostlarının kahvehane arkadaşlarından haberdar olmadığını da Hâşim’in iki farklı dünyaya özgü davranışlarıyla anlatıyor. Bu yazının ardından
            “Ahmet Hâşim’in İki Şahsiyeti"’ni anlatan bir yazı var. Hâşim’in gösteriş adına yaptığı davranışlardan söz ediliyor. Hisar, onun tepki çekmek için yazdığı gereksiz ve boş yazılar da yazdığını söylüyor. Peyâmi Safa’yı kızdırmak için onun değerinde olmayan bir başka romancıyı “harikulâde” (64) diye övmesini yaptığı hatalara örnek olarak veriyor. Abdülhak Şinasi, onu bu sözlerinden dolayı eleştirdiğinde Hâşim, yaptıklarına üzülerek pişman oluyor. Hisar’ın şu sözleri şairin ruh halini anlatıyor: “Bu ikinci Ahmet Hâşim biraz gülünç bulduğumuz, pek emin bulamadığımız bir yol arkadaşımızdı. Öteki şairin bir nevi amelesi ve asıl dostumuzun hatırı için kolladığımız bir tarafıydı” (65).
            “Dostumuzun Garip Huyları” ve “Aşk ve İzdivaç Buhranları” başlıklı yazılar da Ahmet Hâşim’in değişik ruh hallerinin anlatıldığı yazılar. Hâşim’in kadınlarla ilişkisini “Aşk ve İzdivaç Buhranları’nda bulmak mümkün.

            Abdülhak Şinasi Hisar, Hâşim’in boğazına düşkünlüğünden “Ölüm Karşısında Ahmet Hâşim” başlıklı yazısında söz ediyor. Böbreklerinden rahatsız olan şair; doktorların verdiği perhizi uygulamıyor. Hâşim’in son mensur yazısının da –emin olmamakla birlikte- “Yemek” adlı bir mensur kaside olduğunu da ekliyor.
“Şairin Ölümü”, Abdülhak Şinasi Hisar’ın Ahmet Hâşim’in şiiriyle ilgili düşüncelerini anlattığı bir yazı. Yazar, o dönemdeki gençler için önemli olan üç isimden birinin Ahmet Hâşim; diğer ikisinin ise Abdülhak Hâmid ve Yahya Kemal olduğunu söylüyor.
            “Dört Beş Hatıra”da altı alt başlıkla belirlenmiş anılar anlatılıyor. Abdülhak Şinasi, bu yazısında Ahmet Hâşim denince akla gelen “Hâşim Nasıl Görünürdü?”, “Araplığı Meselesi” gibi konulara ilişkin görüşlerini belirtiyor. Hâşim, hastalığının son günlerinde sayıklarken “[ş]airlerin en garibi öldü” demiş (107). Yazar, bu sözleri Ahmet Hamdi Tanpınar’ın duyduğunu belirtiyor.
            “Şairin Kâinatı” başlıklı yazıda Ahmet Hâşim’in şiirinin zamanından (güneşin battığı an ve sonrası); “Ahmet Hâşim’in Şiirleri” yazısında ise onun, Şeyh Galip, Abdülhak Hâmid, Cenab Şahabeddin’i kısmen içine alan bir şiir mıntıkasında[n]” (116) geldiğinden söz ediliyor. “Ahmet Hâşim’i Yâd”, “Ahmet Hâşim’in Canlı Hatırası”ve “Bazı Mektuplar” başlıklı yazılarla kitap sona eriyor. Ahmet Hâşim’i edebiyat tarihlerinde anlatılanların dışında, bir dostunun anlattıklarıyla tanımak, onu bir kesit olarak değil, bir bütün olarak tanımak isteyenler için Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayatı ideal bir kitapBir dönemin panoraması içinden Ahmet Hâşim’in portresini akıcı bir anlatımla çiziyor, Abdülhak Şinasi Hisar.

Hisar, Abdülhak Şinasi: Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: 2006

*Hürriyet Gösteri Sanat Edebiyat Dergisi
Ocak Şubat Mart 2013 Sayı 308, s.34-37.

                            Resim 1

Kulaktan Kulağa Yahya Kemal’e Veda


Kulaktan Kulağa Yahya Kemal’e Veda*
“Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter!” (71)
Yahya Kemal‟in (1884-1958) “Rindlerin Ölümü” başlıklı şiiri 1937 yılında bir gazetede yayımlandığı gün şairle buluşan Abdülhak Şinasi Hisar ona “[i]nşallah daha pek uzun bir müddet yaşarsınız, fakat sonuncu gün bu kıt‟anız mezar taşınıza hakk ettirilmeli” (71) der. Yahya Kemal, bu öneriyi benimser ve mezar taşına bu kıt‟anın yazdırılmasını vasiyet eder. Abdülhak Şinasi Hisar, bunları Yahya Kemal’e Veda adlı kitabının sonlarında yer alan “Bir Gün, Vasiyet Eder Gibi” başlıklı yazıda anlatır.
Yahya Kemal’ e Vedâ, Abdülhak Şinasi Hisar‟ın Yapı Kredi Yayınları‟ndan çıkan biyografilerden biri.


1959 yılında Hilmi Kitabevi tarafından basılan bu eserin, ikinci baskısı Varlık Yayınları tarafından 1969 yılında yapılmış. Üçüncü baskı ise Ötüken Neşriyat tarafından 1979 yılında yayımlanıyor. Varlık Yayınevi ve Ötüken Neşriyat çıkan baskılarda Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayatı ve Yahya Kemal’e Veda adlı biyografiler aynı kitapta toplanmış.


 “Yahya Kemal‟in Gazellerini Okurken” başlıklı yazı yalnızca Yapı Kredi yayınlarında çıkan 2006 baskısında bulunuyor. Bu yazı hariç, kitabın önceki üç baskısında yer alan yazılar bu baskıda da var. İçerik yönünden de bir değişiklik yok. Aralarındaki fark, o günlerde kullanılan eski sözcüklerin yerine günümüzdeki karşılıklarının kullanılması. Editörlüğünü Murat Yalçın‟ın yaptığı kitabın kırmızı renkli kapağında Abdülhak Şinasi Hisar‟ın siyah beyaz bir fotoğrafı var. Kitabın kapağına Hisar‟ın yerine Yahya Kemal‟in fotoğrafı konulsaydı daha iyi olurdu.
Kapağın ardından gelen sayfada Abdülhak Şinasi Hisar‟ın (1887–1963), hayatı, yazıları ve yapıtları hakkında okuyucuya bilgi veriliyor. Yetmiş yedi sayfadan oluşan kitabın içindekiler bölümünde on altı yazının başlıkları yer alıyor.


Kitabın başında (yedinci sayfada) yazar, Yahya Kemal‟le ilgili anılarını biyografik bir üslupla anlatmaya başlamadan, bir tür önsöz yazıyor. Abdülhak Şinasi Hisar, kitabın yazılmasına yönelik görüşlerini açıkladıktan sonra kitabın kendi kendine yazıldığını belirtiyor. Bu fikrin de Yahya Kemal‟in Altmış Beşinci Yıl Anma Törenleri sırasında oluştuğunu da ayrıca belirtiyor.
İlk yazı “Paris‟te Gençlik Zamanları” başlığını taşıyor. Yahya Kemal‟in Paris‟e gitmeden önceki döneminden kısaca bahsediliyor. Abdülhak Şinasi, Yahya Kemal‟le Paris‟te 1905 yılında tanışıyor ve o dönemde kendisi on sekiz, Yahya Kemal ise yirmi bir yaşındadır. Şairin, o günlerde Tevfik Fikret‟in etkisinde olduğunu belirten Abdülhak Şinasi, daha sonraları, Yahya Kemal‟in bu anıları sevmemesi nedeniyle bunların konuşulmadığını söylüyor.
Yahya Kemal‟in, Paris‟teki yaşamını anlatan Abdülhak Şinasi Hisar, Paris‟in o dönemde ne kadar önemli olduğunu “Paris‟i aşkını duyduğumuz bir vücut ve bir ruh gibi severdik” (10) sözleriyle dile getiriyor. Yazıda, o dönemin gözde mekânları Quartier Latin‟den, Boulevard Saint Michel üstündeki kahvelere kadar çeşitli yerlerden bahsediliyor. Abdülhak Şinasi, Yahya Kemal‟in Paris‟te olduğu dönemde, Gerard de Nerval, Baudelaire, Victor Hugo, Mallarme gibi birçok sanat adamının da Paris‟te yaşadığını belirtiyor.


Şair‟in 1912‟de yurda döndükten sonraki dönemi, “Türk Ocağı‟nda Yahya Kemal” başlıklı ikinci yazıda anlatılıyor. Abdülhak Şinasi, şairin bu dönemde; önceden söylediği, hatta bazılarını yayımladığı şiirleri reddettiğini belirtiyor. Yahya Kemal‟in yeni şiirlerinin yayımlanmamasına rağmen, nasıl “kulaktan kulağa” (16) aktarıldığını anlatıyor. Herkesin “şair Yahya Kemal” (16) sözlerinin dönemin ünlü şairlerini kıskandırdığını söyleyen yazar,
Cenab Şahabeddin‟in şu sözlerini de örnek olarak veriyor: “Evvelce şiirler vardı; şairler lâedri [şairi bilinmeyen şiir] olabilirlerdi. Şimdi ise şairler meşhur. Lâkin şiirler lâedri!” (16). Bunun dışında Rıza Tevfik‟in ve Süleyman Nazif‟in de bu konudaki görüşleri aktarılıyor.


Abdülhak Şinasi Hisar, “Yahya Kemal‟in Bazı Sözleri” başlıklı yazısında, Yahya Kemal‟in edebiyat dünyası için ilginç tespitler içeren nükteli sözlerinden örnekler veriyor: 
“Hüseyin Siret bir manzumesini Yahya Kemal‟e okumuş ve 
„Rehgüzarımda bir garib horoz / Eyliyordu benimle istihza‟ diye bitirmiş şiirini. 
„Nasıl buldunuz?‟ diye sorunca, Yahya Kemal, „Horozun hakkı var!‟ diye cevap vermiş” (20). Hisar, Bunun gibi dönemin tanınmış kişileriyle ilgili çeşitli anekdotları yorumsuz aktarıyor.
“Bazı Manzum Lâtifeleri”nde Yahya Kemal‟in bu mısralardan bazılarını Ruşen Eşref ile yazdığını söyleyen Abdülhak Şinasi, Victor Hugo ve Mallarme‟nin de böyle latife yüklü mısralar yazdığından söz ediyor. Yazar, kitabına aldığı örneklerin açıklamasını da parantez içinde veriyor. Bu yazılarda Yahya Kemal‟in muzip tarafını görmek de mümkün. Kitap, bize edebiyat tarihlerin de anlatılmayan bir Yahya Kemal‟i anlatıyor.


“Paris‟e Dair Bir Mektup” Yahya Kemal‟in 1924 yılında Paris‟e gittiğinde oradaki değişiklikleri Abdülhak Şinasi Hisar‟a anlattığı bir mektup. Yazar, bu yazısında kısa bir girişten sonra Yahya Kemal‟in bu mektubuna yer veriyor.
Abdülhak Şinasi Hisar, “Şiir ve Tarih” yazısında, Yahya Kemal‟in Paris‟te Albert Sorel‟den aldığı derslerin sonrasında tarih konusundaki düşüncelerine yer veriyor. Ardından da Yahya Kemal‟in Varşova Elçisi olduğu dönemde, 1926 yılında kendisine yazdığı mektubu yayımlıyor. Hisar, Yahya Kemal‟in tarih anlayışı ve şiirlerinin adları arasındaki ilişkiyi de bu yazıda anlatıyor.
02 Aralık 1949 yılında “Şairin Altmış Beş Yılı”başlığıyla Yeni İstanbul gazetesinde yayımlanan bu yazıda Hisar, onun Dergah dergisini çıkarmasından, çalıştığı gazetelerden ve diğer görevlerinden söz ederek Yahya Kemal‟in yaşamının bir panoramasını sunuyor, okura.


Yahya Kemal‟in İstanbul‟a olan sevgisinin, İstanbul için yazdığı şiirlerin anlatıldığı “İstanbul Semtlerinde Aşk Duyguları”nda, yazar, Yahya Kemal‟in İstanbul‟a olan aşkını şu sözlerle anlatıyor: “Şehirlerin en güzeli olduğu kadar en içli olanı görülen mahallelerine, semtlerine birer birer isimlerini vererek, birer birer onları üfler gibi saydığı bu aşk semtleri güya aldıkları birer davetiyeye uyarak [...] birer aşk hâtırasını duyururlar” (38).


“Edebiyat Üstadı Yahya Kemal” başlıklı yazıda, Hisar onun sanatçı kişiliğini Paul Valery‟yle ilişkilendirerek açıklıyor. Abdülhak Şinasi, Yahya Kemal için “[k]endimizi bildik bileli onun ışığı, kırpmayan bir yıldız gibi sabit görülmüştür” demekte. Şairin, Divan Edebiyatına olan ilgisinin gazellerin, mısralarındaki sözcüklerin yerine değiştirip onları yeniden düzenlemeye gidecek kadar yoğun olduğunu da belirtiyor.


“Kitapların Basılma Meselesi”nde ise, Yahya Kemal‟in şiirlerini kitaplaştırmak isteyip de gerçekleştirememesinden söz ediliyor. Çeşitli dergilerde çıkan şiirlerin kitap haline getirilmesinin o dönem için sorunlu bir mesele olduğunu Hisar‟ın sözlerinden anlıyoruz. Abdülhak Şinasi Hisar‟ın ifade ettiğine göre Yahya Kemal, kitaplarının adını ve hangi şiirlerden oluşacağına sağlığında karar veriyor. Bunu da şöyle anlatıyor, Hisar:
İlk kitabı olarak bugünkü millî Türkçemizle yazılmış manzûmeleri, Kendi Gök Kubbemiz unvanlı şiir mecmuası olacaktı. İkinci kitabı olarak eski tarzda, Dîvan gazelleri tarzında şiirlerini toplayacak ve bunlara Eski Şiirin Rüzgâriyle adını vermek istiyor ve üçüncü kitabı için de kendi yazdığı rubâîleriyle, Ömer Hayyam‟dan tercüme ettiği rubâîlerini toplamak istiyordu. (49)


Şairin, bunlardan sonra da düzyazılarını yayımlayacağını söyleyen Hisar, kitapların hepsinin üzerinde de “Yahya Kemal Külliyatı” yazması gerektiğini belirterek yazısını noktalıyor.
Bundan sonraki iki yazıda Hisar, şairin Kendi Gök Kubbemiz ve Eski Şiirin Rüzgâriyle olarak gruplandırdığı şiirlerden, şiirlerin adlarından ve özelliklerinden bahsediyor.


Abdülhak Şinasi, Eski Şiirin Rüzgâriyle başlıklı yazısında, bu kitabın adının eski şiiri “târif, kısmen de tahfif, kısmen de tahrif etmiş ol[duğunu]” (57) belirtiyor. Ona göre bu adın yerine Dîvan-ı Yahya Kemal adı tercih edilseydi, yaratacağı etki daha büyük olacaktı.


“Yahya Kemal‟in Gazellerini Okurken” başlıklı yazı, kitabın diğer baskılarında olmayan bir yazı. Kitabın editörü de bunu bir dipnotla belirtiyor. Bu makale ilk kez 1959 yılında Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası‟nın birinci sayısında yayımlanıyor. Abdülhak Şinasi, Divan şiiri geleneğinin sonraki kuşaklara aktarılamamasının nedenini, çalışmaların yazıya dökülmemesi olarak görüyor. Bu düşüncesini güçlendirmek için de Yenişehirli Avni Bey‟in kendisine bir süreliğine bıraktığı şiir çalışmalarına yönelik notlarını yazdığı defterden örnekler veriyor. Hisar, şairlerin çalışmalarını bir metot dahilinde gençlere aktarmanın önemini belirtiyor ve “Defterin hemen bütün sahîfelerinde birer ikişer mısralarla başlayan gazeller Dîvan Edebiyatı tarzının canlı dersler ve numuneleri olarak görünüyordu” (59) sözleriyle de aklından geçenleri örnekliyor. 
Yazar, Yahya Kemal‟in gençlerle yaptığı söyleşilerde, gazellerin bazı eksik taraflarını dile getirdiğini “[b]ütün gazelleri fazla şarklı olmakla itham et[tiğini]” (61) belirtiyor. Şairin, gençlere yeni gazellerin eskilerden farklarını anlatırken, eski gazellerde “vahdet bulunmadığı” tespitini şu sözlerle eleştiriyor: “bütün dîvan gazellerini istisnâsız muâheze ve tekbîh ederken bir mübalağaya düşmüş oluyordu” (65).


“Rubâîleri ve Rubâî Tercümeleri” “Yahya Kemal‟in Nesirleri” ve “Vasiyet Eder Gibi” yazılarının ardından, “Son Zamanları, Ölümü ve Cenazesi” başlıklı yazı kitabın son yazısı. Şair, ömrünün son gününde, hayranlarının Bâkî‟nin tabutunun önünde “Kadrini seng-i musallâda bilüp ey Bâki / Durup el bağlıyalar karşına yâran saf saf” (74). beyitini tekrar ettiklerinden bahsetmiş. Abdülhak Şinasi‟nin bu söyledikleri, Yahya Kemal‟in yaşamının son anına kadar şiirle uğraşmaktan vazgeçmediğini okuyucuya gösteriyor.


Yahya Kemal’e Veda , anı-biyografi türünün güzel bir örneği; Yazarın, üslubunun bozulmaması, kullandığı sözcüklerin aynen kullanılması oldukça duyarlı bir davranış. Bu
tutumlarından dolayı yayınevini ve editörünü kutlamak gerekir. Fakat okur kitaptaki bazı Osmanlıca sözcükleri anlamakta güçlük çekebilir; özellikle “lâyuenazil lâyemut (ölümsüz) ve traşide (traş olmuş)” (55) gibi sözcüklerin anlamını bulmak kolay değil. Bir başka nokta da bazı yazılarda geçen Fransızca şiirlerin Türkçe‟sinin verilmemesi. 
Yapı Kredi Yayınları, bu eksikleri tamamlayıp gözden kaçmış birkaç yazım hatasını da giderirse kitap daha da geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabilir. Çünkü Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal‟le yaşadığı günleri, uzun cümlelerle anlatsa da okuyucuyu yormuyor.


Hisar, Abdülhak Şinasi. Yahya Kemal’e Veda. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2006.


*Virgül 118, Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, Mayıs 2008.

Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı

Şairlerin En Garibi: Ahmet Hâşim*                               Yapı Kredi Yayınları, Abdülhak Şinasi Hisar’ın bütün eserlerini yayımla...