adlı şiir kitabı ilk
kez 1961 yılında yayımlanır.
Kitapla aynı adı
taşıyan bölümde otuz üç şiir vardır;
bunlardan yirmi beş
tanesi doğrudan ya da
dolaylı olarak İstanbul’a
ait şiirlerdir. Yahya Kemal,
“Türk İstanbul”
başlıklı yazısında “[b]ir iklimin manzarası, mîmârîsi ve halkı arasında hâlis
ve tam bir âhenk varsa, orada, gözlere bir vatan
tablosu görünür” der (Aziz İstanbul, 9). Şair,
“vatan tablosu”nu oluşturan semtlerden biri olan Koca Mustâpaşa’da da yukarıda
sözünü ettiği “Türk İstanbul”un şiirini yazar.
‘KOCA MUSTÂPAŞA’ŞİİRİNİN MANEVİ ÇERÇEVESİ
Yahya Kemal,
‘Koca Mustâpaşa’ şiirinin ilk dizesinde
“Koca Mustâpaşa”yı, ücrâ ve fakîr İstanbul aktarmasıyla anlatır. Manzaranın
şairde uyandırdığı ilk izlenim “mü’min, mütevekkil, yoksul” sözcükleriyle
kişileştirilmekte ve kapalı istiare yoluyla da bu nitelemeler bir insana
aktarılmaktadır. “Hüznü bir zevk edinenler” bağdaştırması ise orada yaşayan
insanlarla semtin ilişkisini içsel bir boyutta somutlaştırır.
Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakir İstanbul!
Tâ fetihden beri mü’min,
mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü’yâda.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Mânevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşıyanlar değil Allah’a gidenlerden uzak.
Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı
Hisseden kimse hakîkat sanıyor hulyâyı.
Âhiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyâya dıvar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.
Bu dizeden sonra
gelen “Yaşıyanlar değil Allah’a gidenlerden uzak” sözleriyle o manevi
çerçeve çizilir ve orada daha önce yaşayan insanlar, dolayısıyla semtin eskiliği “Allah’a
gidenler” istiaresiyle bu resmin içinde yer alır. Ölümün ve yaşamın
birlikteliği, bir bütünü oluşturan iki boyutu anlatır. Şair, “manevi çerçeve”nin başlangıç
noktası olarak İstanbul’un fethini alır ve fetih “seyredilen manzara” imajıyla aktarılır.
Yahya Kemal’in
vatan semti olarak nitelediği bu yerde görülen ve duyulanların “biz”e ait
olduğunu vurgulaması, milliyetçilik düşüncesinin yansımasıdır. Koca Mustâfa Paşa’nın
kendine özgü yaşamını sürdürmesi, İstanbul’un diğer semtleri gibi değişimi
yaşayamamış olması şairin bir rüya anını somutlaştırmasını sağlar.
Tek varlıkları
Tanrı sevgisi olan Koca Mustâfa Paşalıların yaşayış tarzları birbirine öylesine
benzer ki mana ve madde; ahiret-dünya, yaşayanlar-Allah’a gidenler ilişkisiyle
anlatılır.
Tanpınar’a
göre “Yahya Kemal metafizik ve dinî azap ve endişelerin adamı değildi[r].
Sadece o, ölüm düşüncesinin kovaladığı adamdı[r]. Bunun dışında, zaman zaman
bir vecdin [kendinden geçme, ilahi aşka dalma] adamı olu[r] (Tanpınar 47). “
Bir rüyada ya da
kendinden geçme halinde yaşanabilecek bu an, bir adımda birinden diğerine
geçilecek kadar soyut ve iç içedir. Şair bu manzara içinde gökkuşağının
yarattığı hülyalı atmosferde ahiret dünya bütünleşmesini “komşu” açık istiaresiyle
verir. Bu istiare, benzetmeye dönüştürüldüğünde ve diğer dizelerle beraber
düşünüldüğünde Koca Mustafa Paşa hem
yaşayanların, hem de Allah’a gidenlerin, hem dünyanın hem de ahiretin bir arada
bulunduğu büyüleyici bir yerdir.
EZELDEN MESKÛN BİR SEMT: KOCA MUSTAFA PAŞA
Şiirin ikinci bölümü sükûn
sözcüğünün tekrarıyla başlar. Şiirin başında ücra ve fakir olarak nitelenen
Koca Mustafa Paşa bu kez sessizliğiyle anlatılır. “Serviliklerde sükûn, yolda
sükûn, evde sükûn” dizesiyle göğe yükselme, günahlardan arınma ve
Koca Mustâfa Paşa camisinin içindeki türbeler anlatılır.
Serviliklerde sükûn, yolda sükûn, evde sükûn.
Bu taraf sanki bu halkıyle ezelden meskûn.
Bir afîf aile sessizliği var
evlerde;
Örtüyor fakrı asâletle çekilmiş perde.
Kaldırımsız, daracık, iğri sokak,doğru sokak...
Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak.
Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen,
Çeşmeden her su içerken: “Şükür Allah’a” diyen
Yaşıyor sâde maîşetlerin en sâfında;
Rûh esen kuytu mezarlıkların etrafında.
Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten
Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten.
Türk’ün âsûde mizâciyle Bizans’ın kederi
Karışıp mağfiret iklîmi edinmiş bu yeri.
II. Mahmut, Hazreti Hüseyin'in
iki kızını Bizanslılar'ın bu servi dibinde öldürüp gömdüğünü keşfeder; oraya
bir açık türbe yaptırıp yazılarını ünlü hattat Yesarizade Mustafa İzzet'e
yazdırır. Kuruyan servi bir zaman zincirliydi (Evliya Çelebi bu halini
anlatır). Borcu olup da saklayanlar buraya getirilirse, zincirin alçalıp onlara
değdiğine inanılırdı. Bizans zamanında böyle borçlu ve yalancı yakalayan
heykeller vardı. Ayrıca, zincir düşerse kıyamet kopacağı efsanesi de vardı. (135)
Şair, Koca Mustafa Paşa Camisinde
dolaşırken, serviden bahsederek bu konudaki efsanelere gönderme yapar. Zira Yahya Kemal’in tarih
anlayışıyla oldukça örtüşen bir tutumdur, bu. “Yol” sözcüğüyle de geçmişten yaşanılan âna geçişi anlatır.
“Yol” devam eden yaşamı; “ev” ise toplanmayı, bir arada bulunmayı simgeler. Ev sözcüğünün dünya ve ahiret anlamına gelecek
şekilde tevriyeli kullanılması semtin geçmişten bugüne kadar devam eden
manevi zenginliğini işaret eder.
Şair ölüm, yaşam ve doğum
ilişkisini; servilikler, yol ve ev sözcükleriyle vermektedir. Yahya Kemal’in bu
dizeyle yarattığı farklı imaj ise doğmak-yaşamak-ölmek sıralamasıyla değil
ölümden doğuma doğru devam eden bir süreci vermesidir. Bu coğrafyanın sürekliliği
orada yaşayan insanların geçmişle iç içe yaşamalarından ileri gelmektedir.
“Sükûn” sözcüğü,
dondurulmuş anları ve hareketsizliği
anlatır. Ölümün sükuneti getirmesi aynı
zamanda insanın dünyanın koşuşturmasından sıyrılmasıdır. Koca Mustafa Paşa’da
oturanlar “Eski İstanbul”da, fetihten bu yana değişmemiş bir mahallede yaşamayı
sürdürdükleri için burası “ezelden
meskûn”dur. Bu dizede geçmiş ve şimdinin birbirine geçişi söz konusudur. Şairin
yarattığı bu imaj, daha önce ilk bölümde sözünü ettiği manzaradır.
“Bu taraf”
sözüyle Koca Mustafa Paşa’da oturan halk, İstanbul’un diğer kesimlerinden ayrı
tutularak ad aktarması yapılmaktadır. “Bu taraf sanki haliyle ezelden meskûn” dizesi, mazi
ile halin bütünleşmesini anlatan bir başka dizedir.
İkinci bölümün
ilk dizesinde kullanılan sükûn sözcüğünden sonra üçüncü dizede “Bir afif
aile sessizliği var evlerde / Örtüyor fakrı asaletle çekilmiş perde”
denilmesi, öncekinin aksine maddi yaşamı işaret etmektedir. Perde ise dış
dünyaya karşı kapalı olmayı ve içe dönüşü simgeler. Perde sözcüğüyle sağlanan
metaforda, hem fakirlik ortadan kaldırılmakta hem de şairin sözüyle“bu taraf”
diğer tarafın yaşamından
ayrılmaktadır.
“Kaldırımsız, daracık, iğri sokak,doğru sokak.../ Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak.” dizelerinde
ilgisiz kalmış semtin yoksulluğunun yanı
sıra Koca Mustâpaşa semtinin tarihini koruması anlatılır.
“Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen”
Koca Mustafa Paşa halkı Tanrı’ya şükreden inanç sahibi insanlardır. Yoksulluğun
bu derece somutlaştırılmasındaki amaç dünyevi unsurlardan sıyrılmış, karnını
doyurmaktan çok maneviyata önem veren insanları tanımlamak içindir. Aşağıdaki
dizelerde de görüldüğü gibi bu insanlar maişetlerin (yaşama kaygısı, geçinme
mücadelesi) en safında yaşamaktadır.
“Çeşmeden her su içerken: ‘Şükür Allah’a’ diyen
Yaşıyor sâde maişetlerin en sâfında;
Rûh esen kuytu mezarlıkların etrafında.” dizelerindeki “Ruh” açık
eğretilemesinde, rüzgâr sözcüğü çağrıştırılmakta rüzgâr-zaman
ilişkilendirmesiyle geçmiş ve şimdinin sosyokültürel yapısı anlatılmaktadır.
Başka bir deyişle tarihin kendini hissettirmesi dile getirilmektedir.
“Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten / Yapabilmiş bu güzellikleri
birkaç hiçten.”
Semt halkının
yoksul olması, evlerin en ucuz ve kolay bulunan malzemeden yapılması şaire semtin
güzelliğinin yoksulluğundan geldiği hissini verir. Yıkık dökük olan İstanbul’un bu semtinin,
burada yaşayan insanlar tarafından güzelleştirilmesi hiçten var etme olarak
verilmiştir.
“Türk’ün âsûde mizâciyle Bizans’ın kederi / Karışıp mağfiret iklimi
edinmiş bu yeri.” dizelerinde
Bizans, kaybeden biri olarak
kişileştirilirken Tanrı’nın yardımıyla burada yaşayan insanlar geleneklerini ve
kültürlerini koruyarak bu semti, Türklere özgü bir şehir haline getirmeleriyle
de “mağfiret iklimi” haline getirerek
farklılaştırmışlardır.
Yahya Kemal, Aziz İstanbul’da modern şehirlerin ruhu
sıkan bir tekdüzelik yarattığını dolayısıyla mimarinin ve teknolojinin egemen
olduğu bu kentlerde manevi havanın yok olduğunu söyler. “Eskiden İstanbul semtlerinde görülen tenevvü[çeşitlilik],
rûhâniyetten, hayat şevklerine kadar, derece dereceydi. Eyüb, Kocamustâpaşa,
Üsküdar’ın bazı köşeleri uhreviydi[ahrete ait]; buraları, Maurice Barres’in:
‘Bâzı semtlerde ruh eser!’ diye tasvir ettiği yerlerdi”(63). Bu tasvir, Yahya Kemal’de hem Bizans’ın kederini hem de İstanbul’un
Türkleşmesi için başlangıç olan fetih ruhunu yaşatan bir yer olan Koca Mustafa
Paşa’da somutlaştırılır.
BİR SEMTİN DÖNÜŞÜMÜ: ‘BÜYÜK MUCİZE’
Şu fetih vak’ası yârab! Ne büyük mu’cizedir!
Her tecellîsini nakletmek uzundur
bir bir;
Bir tecellîsi fakat, rûhu saatlerce sarar:
Koca Mustâpaşa var, camii var, semti de var.
Elli yıl geçtiği günlerde o büyük mu’cizeden,
Hak’dan ilham ile bir gün o güzel semte giden
Rum vezir, eski manastırda ederken secde,
Kalbi çok dolduran îmân ile gelmiş vecde,
Onu, tek Tanrısının mâbedi etmiş de hayâl,
Vakfedip her neye mâlikse, bütün mâl ü menâl,
Bir fetih camii yapmak dilemiş islâma.
Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.
İstanbul’un
fethinin anlatıldığı üçüncü bölümde semtin tarihçesine göndermeler yapılır.
Semavi Eyice “İstanbul’da Koca Mustafa Paşa Cami’i ve Onun Osmanlı –Türk
Mimarisindeki Yeri” başlıklı yazısında eski kiliseye dair şu açıklamalarda
bulunur.
Bugün halk arasında Sünbül Efendi
Camii dahi olarak tanınan Koca Mustafa Paşa cami’inin Bizans zamanında,
İstanbul’un belli başlı manastırlarından birinin kilisesi olduğu bilinmektedir.
Moni tu Hagiu Andreu en ti Krisi adını taşıyan ve aslında, Bizans halkına Hıristiyanlığı kabul ettirdiğine
inanılan havarilerden Hagios Andreas’a ithaf edilmiş olan bu manastırın ne
zaman kurulduğu hakkında sarih [açık]bir malumat olmamakla beraber bugünkü
binanın içinde ve civarında, uslûb itibariyle altınca asra aid oldukları tahmin
edilen işlenmiş bazı parçaların ve başlıkların bulunması, hiç değilse VI. Asra
doğru inşa edilmiş bir ibadet yerinin mevcudiyetine delil sayılmaktadır (Eyice, 155).
İstanbul’un
fethinden önce bir kilise olan bu yapı, sekiz asır sonra camiye dönüştürülür.
Bu büyük mucizenin sonucu başka bir deyişle İstanbul’un fethinden
sonraki “tecelli”lerden biri de Koca Mustâfa Paşa Cami ve semtidir. “Tecelli”
sözcüğünün, görünme, belirme anlamlarının dışında kader, Allah’ın lütfuna
erişme anlamları da vardır. Mucize metaforunun içinde somutlaştırılan unsurlar,
cami ve semtin kendisidir. Rum vezir
denilen Koca Mustafa Paşa, Fâtih Sultan Mehmed devrinde saraya alınarak Enderun’da
yetişen, II. Bayezid döneminde Kapıcıbaşı iken Cem Sultan’ın öldürülmesinde oynadığı rol nedeniyle Vezir-i âzamlığa kadar yükselen bir devlet
adamıdır.
Koca Musta Paşa
Camisi’nin resmi internet sitesinde, Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden
sonra tahta geçen II.Bayezid’ın
İstanbul’un Yedikule yakınlarında Kızlar Kilisesi denilen Bizanslılardan
kalma kiliseyi 1486 yılında Vezir-i âzam
Koca Mustafa Paşa'ya emir vererek camiye dönüştürttüğü belirtilmektedir.
İstanbul’un fethedilmesiyle
başlayan yeni çağ “büyük mucize” metaforuyla verilir. Bu metafor üçüncü bölümde iki kez geçer. Rum Vezir, eski
manastır, cami ve İslam sözcükleri bu mucizenin yansımalarıdır.
Rum vezirin eski manastırda secde
etmesi, müslümanlığa geçişin sembolüdür. Fetih sonrası cami yapmak ise
müslümanlığın hristiyanlığa karşı elde ettiği büyük zaferin yansımalarından
biridir.
“Bir tecellîsi fakat, rûhu saatlerce sarar” dizesiyle İstanbul’un
fethinden sonra İslâm kültürü ve sanatına ait yapılara göndermede bulunulur.
Tanpınar da Yahya Kemal’deki fetih duygusunu şu sözlerle açıklar: [Onun]
muhayyilesinde bütün tarihi realitesiyle canlanan […] fetih ordusu,
Hıristiyanlığı bir an yıkacakmış gibi olan imparator Julien Aposta’nın
ordularıyla âdeta birleşir (Tanpınar 53).
CAMİ AVLUSUNDA BİR GEZİ
“Dört asırdır inerek câmie nûr üstüne nûr
Yerde bulmuş yaşıyanlar da, ölenler de huzur.
Ona hâlâ gidilirken geçilir bir yoldan,
Göze çarpar ölüm âyetleri sağdan soldan,
Sarmaşıklar, yazılar, taşlar, ağaçlar karışık;
Hâfız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık
Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor;
Belli, kabrinde, O, bir nûra sarılmış yatıyor.”
Koca Mustâfa Paşa Camisi’ne ait bilgilerde, burada II.Mahmud
ve Sultan Mecid’e ait iki kitabenin varlığından söz edilmekte ve Sultan II.
Mahmud’un avlu içindeki türbeleri tamir
ettirip yeniden düzenlediği
belirtilmektedir. Yahya Kemal, estetik bir tarih anlayışıyla caminin içinde
dolaşırken gördüklerini anlatmaktadır. Bu bölümde hakim olan metafor
“nur”dur. Nur, aydınlık, parlaklık anlamına gelmekle birlikte ilahi ışık
anlamını da taşır.
Koca Mustâfa Paşa Camisi’ne nur
inmesi, burada bulunan türbelerin kutsallığını işaret eder.
Nur sözcüğüyle yaşayanlar ve ölenler
de soyutlaştırılır. Hafız Osman gibi hayatını Kur’ân-ı Kerîm yazarak geçiren
usta bir hattatın orada gömülü olması mezarlıktaki siyah toprağı aydınlatır.
Hattat Hafız Osman Efendi (1642- 1698) Osmanlı devri hat sanatının efsane isimlerinden biridir. Osmanlı hat mektebinin kurucusu kabul edilen Şeyh Hamdullah’tan (1429- 1520) sonra akla gelen ilk kişi Hattat Hafız Osman’dır.
Yahya Kemal, bu dizede özellikle “siyah toprak”
metaforunu kullanmıştır. Siyah sözcüğü karanlığı çağrıştırır. Ayrıca Divan
Edebiyatı’nda siyah sözcüğü küfrü ve
müslümanlıktan önceki diğer dinleri
sembolize eder. Hafız Osman’ın bir nura sarılıp yatması, o küfrün (karanlığın)
aydınlanması, o toprakların İslamlaşmasıdır. Nura sarılıp yatmak, Tanrı’ya olan
yolculuğun ve içe dönüşün simgesidir.
“ALLAH’A YAKIN DÜNYA”
Gece, şi’riyle sararken Koca
Mustapaşa’yı
Seyredenler görür Allaha yakın
dünyayı.
Yolda tek tük görünenler çekilir
evlerine;
Gece sessizliği semtin yayılır her
yerine.
Bir ziyaretçi derin bir zevk alarak
manzaradan,
Unutur semtine yollanmayı artık
buradan.
Gizli bir his bana hâtif gibi,
ihtar ediyor:
Çok yavaş, yalnız içimden duyulan
sesle, diyor:
“Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına
dost insansın
Onların meşrebi, iklimi ve
ırkındansın.
Gece, her yerdeki efsunlu sükûnunda
iyi,
Avutur gamlıyı, teskîn eder
endîşeliyi;
Ne ledünni gecedir! Tâ ağaran vakte
kadar,
Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’ın
rûhu yanar.
Ne saâdet! Bu taraflarda, her
ülfetten uzak,
Vatanın fâtihi cedlerle beraber
yaşamak!...”
Beşinci bölümdeki metafor gecedir. İlk
dizede gece, ölümün kapsayacılığı, insanı dönüştürmesi olarak düşünülmekte
kapalı istiare yapılmaktadır. Şair, Koca Mustafa Paşa’daki gecenin manevi boyutuna dikkat çekerek ikinci dizedeki
“Allah’a yakın dünya” imajını vermektedir. Gerek semtin tarihi, gerekse o
semtte yaşayanların Tanrı’ya olan sevgisi ve inancı sayesinde “manzara” anlamlı
kılınmaktadır.
Koca
Mustâfa Paşa’nın
tarihi zenginliği orada yaşayan insanlara, manevi güç vermiş ve onların da
Tanrı’ya olan inancı sayesinde “Allaha yakın dünya” imajının oluşması
sağlanmıştır
Koca Mustâfa Paşa, bilinmeyen boyutuyla hareketin dondurulduğu bir zaman
dilimindeki semttir. “Seyredenler
görür Allah’a yakın dünyayı” dizesindeki göndermeyi çözebilmek için bir önceki bölümde anlatılan türbeleri ve o türbelerin kimlere ait
olduğunu bilmek gerekir.
“Ziyaretçi” açık istiaresiyle
şairin bu semte olan yabancılığı anlatılır. Şair, bir ziyaretçi gibi dolaşırken orada yaşayanlara
bakmakta; semtin tarihini seyrettiği
bu manzaradan derin bir zevk almaktadır.
“Gizli bir his bana hâtif gibi,
ihtâr ediyor” dizesiyle, Koca
Mustâfa Paşa’nın
ruhu, içten gelen bir sese dönüşür. Âdeta kendinden geçme hali betimlenmektedir. Şairin
hissettikleri gaipten haber veren bir meleğe benzetilir.
Semtin kendine özgü sessizliği “Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi, / Avutur gamlıyı, teskîn eder
endişeliyi” dizeleriyle
aktarılır ve Koca Mustâfa Paşa realiteden soyutlanır. Genel anlamda “bu taraf” sözleriyle
soyutlanan semt, geceleri de maneviyatının zenginliği ile İstanbul’dan ayrı tutulur. ‘Gece’, kişileştirme ve kapalı
istiare yoluyla gamlıları avutan ve endişelileri sakinleştiren bir özelliğe
sahiptir. İnsanın Tanrı’dan gelecek her şeyi kabullenmesi ve onda çare bulması
tevekkül gereğidir. Gecenin büyüleyici sükûneti semti, maneviyatı güçlü ve
mazisi olan bir yer haline dönüştürmektedir.
Bu soyutlama gecenin “ledünnî” [Tanrı bilgisine ve sırlarına ait] olmasını
sağlar. Gündüzün realitesine karşılık gecenin yarattığı uhrevi[ahrete ait] boyut söz
konusudur.
Öte yandan şairin “bu taraf”tan olmadığını da yine aynı ses
duyurur. “Bu taraf”ta yaşamayan “dost insan”a seslenerek Koca Mustâfa Paşa’da yaşamışların
ve ruhu hala orada yaşayanların onunla aynı coğrafya ve ırktan olduğunu belirtilir.
Tanpınar,
Yahya Kemal’in dini içinde doğduğu toplumun zaruri neticelerinden biri olarak
aldığını belirtir ve sözlerini şöyle sürdürür: “[D]inde bütün bir hayat seviye
ve tarzının getirdiği farklarla ayrılmış
olduğu bir insanlığa yaklaşmanın en asil ve sağlam çaresini bulu[r].
“Koca Mustafa Paşa”da, “Atik Valide”de, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”nda bir çeşit
vicdan azabına çok benzeyen bu eve dönüşü buluruz” (Tanpınar 47).
İşte şairin “bu taraf” nitelemesi, aynı ırktan ve
iklimden olmalarına rağmen modern İstanbul’u değil, fakir ama ruhu olan Yahya
Kemal’in de özlediği bir İstanbul’a dönüşü işaret eder.
“Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’ın
rûhu yanar” dizesiyle bu manevi
yapı güçlendirilir. Koca Mustâfa Paşa ya da Sünbül Efendi Camisi diye bilinen caminin bahçesinde Sünbül Efendi’ninYahya Kemal, bu dizede özellikle “siyah toprak” metaforunu kullanmıştır. Siyah sözcüğü karanlığı çağrıştırır. Ayrıca Divan Edebiyatı’nda siyah sözcüğü küfrü ve müslümanlıktan önceki diğer dinleri sembolize eder. Hafız Osman’ın bir nura sarılıp yatması, o küfrün (karanlığın) aydınlanması, o toprakların İslamlaşmasıdır. Nura sarılıp yatmak, Tanrı’ya olan yolculuğun ve içe dönüşün simgesidir.vardır.
Şair, Sünbül Sinan’ın ruhunu bir mücevhere benzeterek hem ad aktarması yapmakta
hem de o manevi aydınlığı somutlaştırmaktadır.
En
büyük mutluluk ise insanın her türlü alışkanlıktan uzakta “bu taraflarda”
vatanın fatihi atalarıyla aynı semtte yaşamasıdır.
ŞİMDİKİ
ZAMANA DÖNÜŞ
Geç vakit semtime döndüm Koca
Mustâpaşa’dan,
Kalbim ayrılmadı bir an o güzel
rü’yâdan.
Bu muammâyı uzun boylu düşündüm de yine,
Dikkatim hâdisenin vardı
derinliklerine;
Bu geniş ülkede, binlerce lâtif
illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir
yerde,
Mânevi varlığının resmini çizmiş
havaya.
-Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yâya.-
Bu bölümde şimdiki zamana dönüş söz
konusudur. Rüyadan uyanma, gerçeklik içinden verilir. Rüya metâforu şiirde, Koca
Mustâfa Paşa’da
geçirilen gecenin, orada hissedilenlerin ve o manevi zenginliğin yalnızca orada
yaşarken anlaşılabileceği belirtilen sıra dışı bir durumdur. Muamma ise şairin o
rüya içinde eriştiği noktadır: Koca Mustâfa Paşa’da, tarihin kök
salmasıyla ülkenin coğrafyasında hâkim olan manevi varlık sayesinde manzara bir
rüyaya benzetilmektedir.
GEÇMİŞE
DUYULAN ÖZLEM
Şiirin son bölümünde ise geçmişe sahip
çıkmama anlatılır. Köksüzlük derin bir yaraya ve öksüzlüğe benzetilir.
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan
manzaradan
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz
yaradan
Derler: insanda derin bir yaradır
köksüzlük
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn
öksüzlük
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz
bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş
ağacı.
Rûh arar başka teselli her esen
rüzgarda
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o
topraklarda!
“Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı” dizesinde ağaç metaforu bu semtin mazideki güzel günlere dairdir. Aitlik duygusunu yitiren
insan, başka
kültürde kendine ait bir geçmiş yaratarak teselli olacaktır. İnsanın zamanla
geçmişe özlem duyması, o günleri hatırlaması ruhuna teselli bulmak içindir. Bu
bölümde manzara metaforu, önceden çizilmiş, unsurları belirlenmiş bir topluma
karşılıktır; ancak “Kopmuşuz
bizler o öz varlık olan manzaradan” dizesi şairin
de içinde bulunamadığı manzaranın
tanımıdır. İstanbul’un fethedilmesiyle
başlayan dönem, o ulvi yaşam artık çok uzaklardadır. Dört asır öncesinin İstanbul’u ile şairin yaşadığı
İstanbul birbirinden çok farklı iki şehirdir. Yahya Kemal, özlemini duyduğu
İstanbul’u Koca Mustâfa Paşa’da dolaşırken
hisseder.
Rüyada görülen bir resim olarak anlatılan Koca Mustâfa Paşa, İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’un
içinde “bu taraf” olarak ayrılmış, hâlâ geçmişten izler taşıyan bir semt olarak
yaşamaktadır. Şair, bunu da tarih ve mekân boyutundaki algılamalarıyla şiire aktarır.
Laurent Mignon, Ana Metne Taşınan Dipnotlar adlı kitabında Yahya Kemal’in
şiirlerinde geçen fakir semt adlarının, İstanbul’un Osmanlı Coğrafyası için
önemli yerler olduğunu belirttikten sonra bu semtlerde yaşayan sıradan
insanların birey olarak da önemli olmadığını vurgular. Mignon, Yahya Kemal’in
Koca Mustâpaşa şiirine yönelik -ilk üç dizeyi vurgulayarak- şu tespitlerde
bulunur:
“Koca
Mustâpaşa’nın bu temsili, ancak oryantalist yazarlar ve ressamlara yakışır.
Hayali Doğu imgelerinde olduğu gibi fakirlik, kadercilik ve Müslümanlık bir
arada gösteriliyor. Fakirlik, belli bir ekonomik ve toplumsal düzenin sonucu ve
de ona karşı mücadele edilmesi gereken bir durum olarak değil, bir semtin
manzarasına özel bir ruh veren bir öğe olarak gösteriliyor ” (55)
diyerek Yahya Kemal’in bu semtteki insanlara
bakışını eleştirir.
Mignon’un tespitleri bu şiir için kısmen
doğrudur; ancak Yahya Kemal, Koca Mustâfa
Paşa’yı gezdiği andan daha çok mazideki halini anlatmaktadır. İstanbul’un fethi
ve onu izleyen Osmanlı Döneminin Koca Mustâfa Paşa’sından söz edilirken “şimdi”nin
insanları görülür ama dört asır öncesinin insanları hayal edilir. Şiirde siluet
olarak betimlenen semt halkı “mü’min” ve “mütevekkil” kullardır.
Şair için
“yaşanılan ân”a ait tek olgu, buradan yaşadığı semte dönmesidir. Yahya Kemal’in
döndüğü semt, şiirin yazıldığı döneme ait İstanbul’dur -ki ondan hiç söz
edilmez- bir ziyaretçi olarak gittiği Koca Mustâfa Paşa, yalnızca geçmişiyle
var olan bir yerdir.”
Yahya Kemal’e
göre “[e]debiyatın yüzde doksan beşi mazi
zemini üzerinde kurulmuştur” (Edebiyata Dair 311). Şair bu düşüncesini
desteklemek için de “Koca Mustâpaşa” şiirini, İstanbul’un mazisi, özellikle de
İstanbul’un fethedildiği dönem üzerine
inşa etmiştir.
*Hürriyet
Gösteri Sanat Edebiyat Dergisi,
Temmuz-Ağustos-Eylül
2012/Sayı 307, s.104-110.
Kaynaklar:
Belge, Murat. İstanbul Gezi Rehberi. İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları,
Ağustos 1993.
Beyatlı, Yahya Kemal. Aziz
İstanbul. Yahya Kemal Külliyatı 2,
İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 5.
Baskı, 1992.
_________ . Edebiyata Dair . Yahya Kemal
Külliyatı 8,
İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 4. Baskı.
_________ . “Koca Mustapaşa”.
Kendi Gök Kubbemiz. Yahya Kemal
Külliyatı1,
İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 8. Baskı, 1987. 48-52.
Eyice, Semavi. “İstanbul’da Koca Mustafa Paşa Cami’i
ve Onun Osmanlı –Türk
Mimarisindeki
Yeri”.
İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,
Tarih Dergisi. C.V, Sayı 8, Eylül 1953.
Mignon, Laurent. Ana
Metne Taşınan Dipnotlar.
Türk Edebiyatı ve Kültürlerarasılık
Üzerine Yazılar.
İstanbul: İletişim Yayınları, 1. Baskı,
2009. 47-59.
Tanpınar, Ahmet Hamdi. Yahya Kemal. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları, 1. Baskı, 2001.